Rifat el-Arîr’in şehadeti: “Hangi hayat yaşamaya değerdir?” – Louis Allday

Tıpkı Gassan gibi Rifat da seyirci kalanlardan değildi. Hayatının sonuna kadar nüktedanlıkla, tutkuyla, ağırbaşlılıkla Siyonizm’in canavarlıklarına ve yalanlarına karşı kendi yöntemleriyle bir savaşçı gibi mücadele etti.

Filistinli yazar ve devrimci Gassan Kanafani’nin 1972’de İsrail tarafından suikasta uğramasından haftalar önce bir gazeteci Kanafani’ye ölümün kendisi için ne anlama geldiğini sormuştu.

Kanafani şöyle cevap vermişti: “Elbette ölümün benim için anlamı çok büyük. Önemli olan ne için öldüğünü bilmektir. Devrimci eylem bağlamında kendini feda etmek, yaşamı idrak etmenin ve yaşamı insana layık kılma mücadelesinin en yüce ifadesidir.”

7 Aralık akşamı Rifat el-Arîr’in aile üyeleriyle birlikte, tıpkı Kanafani gibi, İsrail tarafından katledildiği haberini aldığımda aklıma neredeyse ilk gelen, Kanafani’nin trajik sonu -özellikle de onun bu sözleri- oldu. Rifat’la birlikte erkek ve kız kardeşi ile dört yeğeni hayatını kaybetti. Gassan’la kız kardeşinin kızı, sevgili yeğeni Lamis hayatını kaybetmişti.

Bu iki adamın ortak noktası Filistin halkına ve onların davasına karşı duydukları derin bağlılıktı. Her ikisi de Filistin’in evrensel bir insanlık meselesi olduğuna inanıyor ve bundan bahsediyordu. Filistin kültürünü ve tarihini kayıt altına alma ve yayma konusunda karşı konulamaz bir istekleri ve hangi biçimde olursa olsun Filistin direnişinin haklılığına dair sarsılmaz bir inançları vardı.

Her ikisi de edebiyat okudu. Cömert ve tutkulu eğitimciler ve yazarlardı. Ayrıca her ikisi de İngilizceyi alaycı bir mizah ve hitabetle konuşuyordu ve her ikisi de aptallara ya da oportünistlere tahammül edemiyordu. Davalarına karşı duydukları sarsılmaz bağlılık ve bu konumlarını İngilizce olarak tüm dünyaya güçlü bir şekilde ifade edebilmeleri onları Siyonist yerleşimci-sömürgeci projesine karşı büyük bir tehdit haline getirmişti.

Her ikisinin de savaşı silahla değildi, ancak ikisi de hem Filistin’in Siyonistlerce sömürgeleştirilmesinde hem de daha önemlisi ona karşı gelişen direnişte edebiyatın nasıl kritik bir rol oynadığını anladı ve yazdı.

Filistin her şeyden önce Siyonist edebiyatta işgal edilmiştir

Rifat’ın 2019’daki bir konuşmasında Filistinli şair Fedvâ Tûkan’ı ve kültürel direnişin rolünü tartışırken açıkladığı gibi:

“Elbette her zaman ‘O [Fedvâ Tûkan] sadece şiir yazdığı için tutuklandı!’ deme tuzağına düşüyoruz. Biz edebiyata inananlar bile bunu çok sık yapıyoruz… [Diyoruz ki], İsrail neden birini, sırf şiir yazdı diye tutuklasın ya da ev hapsine koysun ki, Aslında bazen kendimizle çelişiyoruz; bir direniş aracı, bir mücadele aracı olarak edebiyatın hayatları değiştirme gücüne inanıyoruz ve günün sonunda ‘sadece bir şiir yazdı!’ diyoruz. Böyle söylememeliyiz.  

İsrailli General Moşe Dayan, “Fedvâ Tûkan’ın şiirleri 20 düşman savaşçıyla yüzleşmek gibiydi” dedi. … Filistinli şair Darin Tatur’un başına da aynı şey geldi. Filistin mücadelesini selamlayan şiirler yazdı, Filistinlileri direnmeye, vazgeçmemeye, mücadele etmeye çağırdı. Ev hapsine alındı, yıllarca süren hapis cezaları aldı.

Ve sonuç olarak, sözlerimi önemli bir konuya değinerek bitiriyorum: Filistin’in her şeyden önce Siyonist edebiyat ve Siyonist şiirle işgal edildiğini unutmayın… Bu onların yıllarını aldı, 50 yıldan fazla süre boyunca bütün siyaseti, parayı ve başka her şeyi düşündüler, planladılar. Ama edebiyat burada en önemli rollerden birini oynadı… Siyonist Yahudi edebiyatında Filistin, dünyanın her yerindeki Yahudilere, üzerinde yaşayacağı bir toprağı olmayan halk için üzerinde bir halkın yaşamadığı toprak olarak sunuldu. Filistin’de sütten ve baldan ırmaklar akıyor, üstelik kimse yaşamıyor, hadi oraya gidelim. … Ve orada insanlar vardı. Filistin’de her zaman insanlar vardı. Tüm bunlar şiirin hayatın ne kadar önemli bir parçası olabileceğinin örnekleridir.”

Bana göre Rifat ile Gassan’ı belki de her şeyden önce birbirine bağlayan şey, her ikisinin de yaptığı temel bir seçimdir. Mevcut durumda öldürülme olasılıklarının yüksek olduğunu bilmelerine rağmen o durumun içine kalma seçimi.

Rifat, İngiliz edebiyatı uzmanı, yüksek eğitimli bir akademisyendi. Eğer onun öncelikli hedefi kendisi ve yakın ailesi için Gazze dışında bir yaşam sağlamak olsaydı, bunu çoktan yapabilirdi. Benzer şekilde, 1960’lara gelindiğinde Kanafani, meşhur bir romancı, Danimarkalı eşi Anni ile birlikte bölgesel üne sahip bir kültürel figürdü.

Bir kaçış yolu (ve dolayısıyla her ikisinin de hayatı için daha rahat, daha güvenli bir yol) açıktı ve ellerinin altındaydı. Yine de Kanafani’nin 1956 tarihli etkileyici kısa öyküsü “Gazze’den Mektup”taki[i] mektubun isimsiz yazarı gibi, her iki adam da “hayatın ne olduğunu ve varoluşun değerinin ne olduğunu öğrenmek için… yenilginin çirkin enkazının ortasında kalmayı” seçti.

Kanafani, yeğeni Lamis’e yazdığı bir mektupta, insanların genellikle mücadele edenler ve seyirci kalanlar olarak ikiye ayrıldığını belirtmişti. O, kendi ifadesiyle “seyirci olmamayı” seçmişti. “Bu da benim, tarihimizin belirleyici anlarını ne kadar kısa olurlarsa olsunlar yaşamayı seçtiğim anlamına geliyor.”

Tıpkı Gassan gibi Rifat da seyirci kalanlardan değildi. Hayatının sonuna kadar nüktedanlıkla, tutkuyla, ağırbaşlılıkla Siyonizm’in canavarlıklarına ve yalanlarına karşı kendi yöntemleriyle bir savaşçı gibi mücadele etti.

John Berger bir defasında direniş eyleminin yalnızca “bize sunulan dünya resminin saçmalığını kabul etmeyi reddetmek değil, aynı zamanda onu ifşa etmek olduğunu” yazmıştı. Ve cehennem içeriden ifşa edildiğinde cehennem olmaktan çıkar.”

Bu ruhla hem Rifat hem de Gassan’ın kısa hayatlarını nasıl yaşamayı seçtikleri, Siyonizmin sadece Filistinlilere değil, aynı zamanda sayısız Lübnanlıya, Suriyeliye, Mısırlıya ve geçici olarak yerleştiği bölgedeki diğerlerine dayattığı cehennemin üstü kapatılamaz bir ifşası olarak görülmelidir.

Rifat’ı internet ve sosyal medya sayesinde uzaktan ya da daha yakından tanıma ayrıcalığına sahip olan hepimiz, bu mirası onurlandırmalıyız. Ağlıyoruz ve yas tutuyoruz ama umudumuzu yitirmiyor ya da pes etmiyoruz.

Ben ölmeliysem şayet

Sen yaşamalısın

Anlatmak için hikâyemi

Ben ölmeliysem şayet

Umut getirsin ölümüm

Bir masal olsun

Rifat’ın bize gösterdiği poetik yönlendirmeler açıktı.

Şimdiye kadar yüksek sesle dile getirmediğim ve yazmadığım bir hayalim var: Özgür bir Gazze’yi ziyaret etmek ve bir sahil kahvesinden Akdeniz’e bakmak.

Her biri ölümün habercisi olan İsrail savaş gemilerinin artık ufukta tehditkâr bir şekilde pusuda beklemediği, bunun yerine artık sona ermiş karanlık zamanlardan bir anı olarak kalacakları bir deniz. Eğer bu hayalim gerçekleşirse, denize bakarken Gazze’nin öğretmeni Rifat’ı düşüneceğim ve şimdiye kadar yaptığı, bize öğrettiği her şey için, şehadetinin geride bıraktığı derin miras için ona teşekkür edeceğim.

Dipnot:

[i] Öykünün Türkçe çevirisi için bkz. Ali Çakmak, Düşmanlıklar Zamanı – Gassan Kanafani ve Filistin Direniş Edebiyatı, Zoomkitap, 2020.

[Electronic Intifada’da 8 Aralık 2023 tarihinde yayımlanan İngilizce orijinalinden Emir Doğan Yılmaz tarafından bdsturkiye.org için çevrilmiştir]