Niçin Abna’a el-Balad?

Arapların olduğu bu ülkeye geldik ve burada Yahudi bir devlet kuruyoruz. Yahudi köyleri Arap köyleri yerine inşa edilmiştir. Bu Arap köylerinin isimlerini dahi bilmezsiniz, sizi suçlamıyorum, çünkü coğrafya kitapları artık yok, sadece kitaplar değil Arap köyleri de artık yok. Nahlal, Mahlul’un, Kibutz Gevat Jibta’nın, Kibutz Sarid Huneifis’in, Kefar Yehuşua Tel el-Şummam’ın yerine kuruldu. Bu ülkede daha önce Arapların yaşadığı yerler üzerinde kurulmamış bir tek yer bile bulamazsınız. (Moşe Dayan – İsrail Savunma Bakanı – Haaretz, 4 Nisan 1969)

Filistin’de bizim gelip ellerinden ülkelerini aldığımız, kendine Filistinli diyen insanlar yoktu. Onlar hiçbir zaman olmadılar. (Golda Meir – İsrail Başbakanı Londra Sunday Times, 7 Haziran 1969)

ÖNSÖZ

Siyonist hareket tarafından Filistin’de saf bir Yahudi devleti kurmak için girişiminde yarattığı ve geliştirdiği temel mit, Filistinlilerin varlığının sistematik inkarı olmuştur. Siyonist argüman, Filistin’in “topraksız halk için halksız toprak” olduğunu iddia eder. Gerçekte ise asırlardır bu topraklarda yaşayan Filistin’in yerli Arap halkı, bağımsızlık ve kendini kaderini tayin için can atmaktadır. Siyonist hareket ile Filistin’in Arap halkının ulusal istekleri arasındaki kaçınılmaz çatışma, Arap çoğunluğunun -bugün sayıları beş milyon civarında olan – mülteci olmasına, 500’den fazla köy ve kasabanın yıkılmasına ve yerlerine yeni Yahudi yerleşimlerinin inşa edilmesine yol açtı. 194 sayılı kararında BM, mültecilerin evlerine dönüşünü ve karar uygulanana kadar İsrail’in BM üyeliğine kabul edilmemesini savundu. Aradan yarım yüzyıl geçmesine rağmen İsrail, mültecilerin dönüş hakkını reddettiği halde BM’nin tam üyesidir.

Siyonist propagandanın yarattığı ikinci mit, İsrail’in bir Batı demokrasisi olduğu ısrarıdır. Batılı siyasi liderler arasındaki genel eğilim, İsrail’in demokrasi ve temsili yönetimin olmadığı bir bölgede istisna olarak görülmesi yönündedir. İsrail’in kendini hem Yahudi devleti hem de demokrasi olarak nitelemesi tuhaf bir ikiyüzlülüktür, hem de başka insanların yıkımı üzerinde kurulmuştur. Batı toplumlarında yaşayan birçok etnik azınlıkların aksine, İsrail’deki Filistinliler yeni bir sisteme göç etmediler, tam tersine yeni sistem, onların isteklerinin ve toplumlarının yıkımıyla dayatıldı.

Bugün, İsrail’deki Filistinliler, kolektif kimliklerinin ve varlıklarının Yahudi çoğunluğun ihtiyaçlarına göre marjinalleştirilmesi, istismar edilmesi ve manipüle edilmesinde hiçbir fırsatı kaçırmayan sömürgeci-ırk ayrımcısı bir rejim altında ikinci sınıf vatandaş olarak yaşıyorlar.

İsrail’deki Filistinlilerin durumuna bakarak ırkçı Güney Afrika rejimi ile İsrail rejimi hakkında tam bir benzerlik kurulabilir, fakat hatırlamak gerekir ki, Güney Afrika’nın yerli nüfusunun tamamı kendi anayurdunda kalırken, yerli Filistinliler, küçük bir kısmını geride bırakarak sürgüne zorlanmıştır. Ana meseleyi anlamak için İsrail devletinin bir anayasası olmadığını hatırlamak yeterlidir. Bir sömürgeci varlık olarak dünya Yahudilerinin ulusal isteklerini temsil etme iddiasında olan Filistin’deki Yahudi devleti, Yahudi olmayan Filistinli vatandaşları ve vatandaşı olmayan dünya Yahudileriyle olan ilişkilerini tanımlayacağı, anayurduna dönme ısrarında olan Filistinli mültecilere izin vereceği bir anayasayı halen hazırlamamıştır.

Bunun yerine İsrail, “temel yasalar” diye adlandırdığı ve bazıları ırkçı yapısının ruhunu örnekleyen yasalara sahiptir. Örneğin, sadece Yahudiler için geçerli olan “dönüş yasası”, dünyanın neresinden olursa olsun etnik-dini kimliğiyle her Yahudi bireye İsrail devletine göç etme ve vatandaşlığa geçme hakkı tanımaktadır. Aynı hak, İsrail’in 1948’de kurulduğu topraklardan sürülen Filistinli mültecilerden esirgenmektedir.

İkinci olarak, İsrail’in kurulmasından önce Siyonist hareket tarafından kurulan Yahudi Ulusal Fonu, toprak konusunda tek yetkili otoritedir. Yine, İsrail vatandaşı Filistinlilere yasaklanan bir hak olarak sadece Yahudiler, Yahudi Ulusal Fonu’ndan toprak satın alabilir, kiralayabilir. Bu şartlar altında, İsrail’deki Filistinliler için temel mesele, sivil ve insan haklarından, eşit fırsatlardan taviz vermeden Filistin ulusal kimliğini koruma mücadelesi olmuştur.

İsrail’in Arap-Filistin vatandaşlarına karşı sistematik ayrımcılığı, geniş biçimler ve görünümler almaktadır. Human Rights Watch (İnsan Hakları İzleme Örgütü) 2001 raporuna göre, İsrail’deki Filistin okulları bütçe, okul yapımı, destek hizmetleri, öğretmen nitelikleri ve birçok konuda sistematik ayrımcılıktan muzdariptir. Arap Filistinliler, nüfusun %20’sini oluşturmasına rağmen bir tek üniversiteleri bile yoktur. Birçok yöreye özgü Arap köyü (özellikle Nakab’ta) hükümet tarafından tanınmamakta ve bu nedenle elektrik ve su gibi temel hizmetlerden yararlanamamaktadır.

Filistin yerel belediyelerin ayrılan bütçe, Yahudi kasabalarına ayrılan bütçeyle kıyaslanamayacak düzeydedir.

Niçin Abna’a el Balad

Abna’a el-Balad, 1969 yılında bir taban örgütlenmesi olarak, İsrail’deki Arap Filistinlilerin kolektif ulusal kimliklerini korumak, sürgün edilen kardeşlerinin (özellikle mültecilerin geri dönüş hakkı) mücadelesine bağlamak ve kendilerine dayatılan devlet içinde insan hakları ve eşitlik için mücadeleye devam etmek amacıyla kuruldu. Global emperyalist komploya, Arap anayurduna karşı sömürgeci sabotaja, çalışan sınıfların ve yoksulların boyun eğdirilmesine karşı kitlelerin ilerici sesidir. Bir taban örgütlenmesi olarak Abna’a al-Balad, Filistinli kitleler arasında sivil toplum kuruluşlarının kurulması, ulusal ve kolektif bilincin yükselmesi için çalışmaktadır.

Abna’a el-Balad, Filistin’de Yahudi devleti ile ilişkilerin her türlü normalleştirilmesini reddeder, Siyonist seçim sürecinin sağlam bir boykotuyla, bu sisteme Arap oyuyla meşruluk ve kabul sağlayan bu yararsız girişimde yer almayı reddeder. 1984 yılında yeniden düzenlenen yasanın 7 (A) bölümü gereğince Knesset’e seçilen herkesten devletin “Yahudi Halkı için bir Devlet” olduğunun onaylamasını talep etmektedir. Bu önkoşulun içerdiği çağrışımları ve imaları kavrayan Abna’a al-Balad, “Yahudi Halkı” için bir devlete çağrı yapan sahte seçimlerin boykot edilmesini istemiştir.

Abna’a al-Balad, Knesset’e girmek için bu bedeli ödemeyecek, kitlelere ve ilerici enternasyonal harekete verdiği dünyanın altını değerindeki ahlaki ve ideolojik taahhütlerini kurban etmeyecektir.

Çok iyi anladığımız yeni dünya düzeni, bölgenin pazarlarına hakim olmak, sömürü ve hakimiyet için kalkınma programlarının yerine tüketici toplumlar geçirerek Arap ve Üçüncü Dünya’nın kalkınma ve birleşme programlarını modası geçmiş hale getirmek isteyecek. Bu emperyalist ve Siyonist programın kendisini reforme etmediğini ve değiştirmediğinin farkındayız, bazılarının kandırıldığı gibi kendimizi kandırmıyoruz. Başından beri ve bugün de, sorumluluğumuz bu programın benimsenmesi, gerçekleştirilmesi doğrultusunda tüm çabalara karşı mücadele vermek olageldi. Filistinli kitlelerin, Arap insanlarının ve ilerici hareketin yenilgiyi içselleştirmesine yönelik tüm çabalara karşı savaşacağız.

Abna’a el-Balad, Filistin Ulusal Kurtuluş Hareketi’nin bir parçası olarak Filistin ve ulusal Arap cephelerinde, Arap ve Yahudi çalışan sınıfların çıkarlarını pratikte ve ideolojik olarak temsil eder, etnik bağnazlıktan ve ırkçılıktan uzak, demokratik bir toplumun yaratılması ve toplumun etnik, ırk veya dinsel bağdan bağımsız olarak ilerlemesi için çalışır.

Abna’a el-Balad mevcut ırkçı ve sınıf yönelimli yapının sonuçları olan, Arap kitlelerinin Filistin’de 1948’den beri içine düşürüldüğü, sınıfsal durumlarına ve- ya da etnik kökenlerine ve milli davalarına bağlı fakirlik, sefalet ve işsizliğin ağır bedellerinin farkındadır.

Abna’a el-Balad, Siyonist sistemle savaşmaları için kitlelerin sınıfsal bilinçlerini ve politik kavrayışlarını yükseltmek için durmaksızın çalışır, aynı zamanda mevcut Siyonist yapı altında korkunç şartlarda yaşayan Araplara destek için alternatif sosyal ve ekonomik yapılar ve kurumlar bulmak için sıkı olarak çalışır.

Abna’a el-Balad, Arap-Siyonist anlaşmazlığına nihai çözüm olarak bütün Filistinli mültecilerin evlerine ve yurduna dönmesi, İsrail işgaline ve Siyonist aparthayta son verilmesi ve Filistin’de demokratik seküler bir devletin kurulması çağrısını yapar.

Abna’a el-Balad’ın, bağımsız siyasi, ekonomik ve entelektüel kurumlar geliştirmeye yönelik programlarının hedefi, Siyonist sınıfın ve ırk yapısının sahip olduğu refah ve fırsatların dışında tutulanların, özerk, bağımsız ve kendine yeten alanlarını oluşturmalarıdır. Bu programın temelinde insanların güçlendirilmesi, bağımsızlığa ve özgürlüğe kavuşması yatar. Abna’a al-Balad’da çalışan bizler, milli stratejik davamızın ve içinde bulunduğumuz görece yoksunluk ve baskı altında yaşama halinin birbirinin içine geçtiğini, her iki meselede aynı anda mücadele verirken, kitlelere dayanan, onların kendi yaşamlarını kendi ellerine alma gücünü bulmasına yol açacak, Siyonist Knesset’i insan hakkı davalarını savunmak için başvuracakları tek merci olarak görmekten kurtaracak bir tabana dayalı çalışma programının, insanlarla beraber iş görmek için tek yol olduğunu düşünüyoruz.

Abna’a el-Balad, 1948 topraklarındaki Filistin halkının Arap-Filistin doğasını savunmanın tek başına yetersiz olduğunu anlamaktadır. Ulusal kimliğimizi kökünden kurutmak amacıyla (özellikle Oslo’dan sonra) şiddetlenen İsrailleştirme sürecine karşı koymak için, sistematik ve iyi gelişmiş bir eğitim seferberliğine ihtiyacımız var. Amacımız, kitleler içinde Arap-Filistin ulusal kimliğinin geliştirilmesini, savunulmasını ve korunmasını amaçlayan geniş kapsamlı ulusal bir eğitim seferberliği geliştirmek ve uygulamaktır. Bu, savunmacı bir program yerine aktif bir program gerektirir: kitleleri güçlendirerek ulusal bilincin yükseltilmesi ve geliştirilmesi, resmi olmayan eğitim aktiviteleri, toplum merkezleri, okuma-yazma programları, gençlik aktiviteleri, iç sömürgeleştirmenin eski/yenin süreçlerini anlamamızda rehberlik edecek akademik araştırma programlarının geliştirilmesi.

Sonuç olarak, Abna’a el-Balad, halk sınıflarının hareketine yönelik devrimci programında kendini, mevcut duruma hakim olan ve yeni dünya düzeninin daha da pekiştirmeye çalıştığı efendi-köle ilişkisinin uzağında, eşitlikçi bir tabanda, farklı milletlerden ve geçmişlerden gelen insanların birbiriyle konuşmayı, çalışmayı ve birbirine saygı duymayı öğreneceği, insani bir bağlama konumlandırır.