Manama çalıştayı: Filistinliler üzerinde ABD-Körfez kıskacı – Selim Sezer

Başta Körfez ülkeleri olmak üzere çeşitli Arap rejimleri, Filistin sorununda ABD merkezli hamleleri pasif bir sessizlik ya da zımni bir onayla karşılama noktasından, aktif olarak sürecin içinde yer alma noktasına gelmiştir

Geçtiğimiz hafta Bahreyn’in başkenti Manama’da gerçekleştirilen ve “İsrail-Filistin çatışmasına çözümün ekonomik ayağı” olduğu ileri sürülen “Refah için Barış” çalıştayı, sınırlı bir ilgi görmesi sebebiyle düzenleyiciler açısından kısmen de olsa hayal kırıklığıyla sonuçlanmış gibi görünüyor. Ne var ki çalıştay, bölge siyaseti bakımından daha önce tanık olunmamış bazı içerimler taşıdığı gibi, önümüzdeki aylarda içeriğinin açıklanması beklenen “Yüzyılın Anlaşması”na dair de önemli ipuçları veriyor.

ABD Başkanı Donald Trump’ın damadı ve danışmanı Jarad Kushner ile, başta Suudi Arabistan veliaht prensi Muhammed bin Selman olmak üzere çeşitli Körfez Arap rejimleri yöneticileri arasında aylardır devam eden görüşmelerin odak noktası, Türkçe basında “Yüzyılın Anlaşması” olarak adlandırılan, ancak yer yer “Yüzyılın Pazarlığı” diye de çevrilen – nitekim İngilizce deal, Arapça safka kelimeleri temel olarak “ticaret anlaşması” ya da “pazarlık” anlamı taşıyor – bir yol haritası oldu. Uzun süredir spekülasyonların konusu olan yol haritasının kendisi henüz ilan edilmiş değil, ancak mayıs ayı başlarında Netanyahu’ya yakın Israeli Hayom gazetesinde bu anlaşmanın metni olduğu ileri sürülen, “sızdırılan” bir metne yer verilmişti.

Eğer Kushner ve ortaklarının ortaya koyduğu “çözüm” gerçekten de bu sızdırılan taslak metindeki gibiyse, çeyrek asırdan fazla zamandır gündemde olan “iki devletli çözüm” projesinden bile daha geri bir projenin gündeme getiriliyor olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Nitekim bu metne göre, kurulacak olan “Yeni Filistin Devleti”, 1967 öncesinde İsrail kontrolünün dışında kalan Gazze, Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ün tamamını dahi kapsamıyor. Aksine, Batı Şeria’daki uluslararası hukuka aykırı İsrail yerleşim birimlerinin İsrail kontrolünde kalması ve bu alanların birbirleriyle ya da daha büyük yerleşimlerle birleştirilmesi öngörülüyor. Metinde Kudüs’ün “her iki devletin de başkenti” olacağı şeklinde muğlak ve nasıl uygulanacağı belirsiz ifadelere yer veriliyor. En tuhaf nokta -ve bir egemen devlet hedefinin bulunmadığının belki de en bariz göstergesi- olarak, “Yeni Filistin Devleti”nin bir ordusunun olmayacağı ve dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı “İsrail tarafından korunacağı” söyleniyor.

Öte yandan uzun zamandır dile getirilen bir takım şayialarda, “Yüzyılın Anlaşması”nın bundan çok daha ağır koşullar üzerine kurulu olacağı da söyleniyor ve anlaşmayla birlikte, Trump’ın yeşil ışık yakmasıyla Batı Şeria’nın İsrail tarafından ilhak edileceği, Kudüs’ten yalnızca Ebu Dis kasabasının Filistinlilere bırakılacağı ve Sina Yarımadası’nın bir kısmının Filistin’e verilmesiyle mültecilerin buraya “dönmesinin” sağlanacağı gibi iddialar da dillendiriliyordu.

“Kushner ve Ortakları Deklarasyonu” diye adlandırabileceğimiz metin henüz ilan edilmemiş olduğundan, bu tür iddiaların ne derece doğru olduğunu teyit etmek mümkün değil. Ancak önemli bir ipucu olarak Kushner, Manama çalıştayında, 67 sınırlarında iki devletli çözüm öngören 2002 tarihli Arap Barış İnisiyatifi’nin artık sürdürülemeyeceğini söyleyerek, buraya kadar olan kısımda aktardıklarımıza en azından benzer ya da yakın bir yönelimin olduğunu doğrulamış oldu. Aynı zamanda ABD yönetiminin son bir buçuk yıl içinde önce Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdığı, sonra (Suriye toprağı olan) Golan Tepeleri üzerindeki İsrail hakimiyetini tanıdığı, ikisinin ortasında ise UNRWA yardımlarını kestiği ve kendisi bilfiil Filistin’de doğmuş olanlar dışında kimseye Filistinli mülteci denilemeyeceği yönünde kendi çapında bir hüküm verdiği düşünüldüğünde, ABD’nin aklındaki “çözüm”de 1967 öncesine geri dönmeye benzer bir şeye bile yer olmadığı ve Filistinli mültecilerin geri dönüş hakkının gündemde bile olmayacağı açık gibi görünüyor.

İşte Manama çalıştayı, Filistinlileri böyle bir “çözüm”e razı etmek için düzenlenmiş bir rüşvet toplantısından öteye gitmedi. Filistinlilere, henüz içeriği açıklanmamış “Yüzyılın Anlaşması”nı kabul etmeleri halinde mali ihya sözü verildi. Ağırlıklı olarak Körfez ülkelerinin kasasından çıkacak 50 milyar dolarla önemli altyapı yatırımları yapılacağı, Filistin’de işsizlik ve yoksulluğun önemli ölçüde azalacağı, GSYİH’nin iki katına çıkacağı vs. vaatleri sunuldu.

Filistinlilerin bu zamana kadar yaptıkları açıklamalar ve gösterdikleri tepkiler haklı olarak, Filistin’in satılık olmadığı teması üzerine kuruldu. Gerçekten de Kushner ve ortakları, masaya siyasi yol haritasından önce parayı koyarak, bir anlamda Filistinlilerden boş mukaveleye imza atmasını istedi. Ne var ki Mahmud Abbas yönetimi de dâhil olmak üzere Filistin siyasetinin ve Filistin toplumunun tüm kesimleri bu girişimi reddetti ve çalıştay sürecine hiçbir biçimde dâhil olmadı.

Bununla birlikte, çalıştay bir biçimde gerçekleştirilebildi ve bir Körfez ülkesi olan Bahreyn’in evsahipliğinde yapıldı. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin erkenden desteklediğini açıkladığı buluşmaya Mısır, Fas ve Ürdün de temsilci gönderdi.

Kuşkusuz bu tablo önemli siyasi ve jeopolitik anlamlar içermektedir. Başta Körfez ülkeleri olmak üzere çeşitli Arap rejimleri, Filistin sorununda ABD merkezli hamleleri pasif bir sessizlik ya da zımni bir onayla karşılama noktasından, aktif olarak sürecin içinde yer alma noktasına gelmiştir. Bu aynı zamanda Körfez ülkelerinin İsrail’le normalleşmesi yönünde atılan önemli bir adım olmuş, hâlihazırda bilinmekte olan bu yönelim, çalıştay sürecinde Bahreyn Dışişleri Bakanı Halid bin Ahmed el-Halife’nin sarf ettiği sözlerle daha da açık hale gelmiştir.

“Kushner ve Ortakları Deklarasyonu”, önümüzdeki aylarda resmen açıklanacak gibi görünüyor. Bölgesel düzlemde gitgide daha fazla yalnız kalan Filistinliler, yakın bir gelecekte, Arap rejimlerini yanında görememenin ötesinde, karşılarında bile görebilir. Diğer yandan, Filistinlileri tarihsel haklarından feragat etmeye çağıran bir “çözüm” projesinde rüşvet aracı etkisiz kalınca, tehdit aracının devreye girmesi de kuvvetle muhtemeldir.