Sabra-Şatila Katliamı’ndan sağ kurtulan Amerikalı, 39 yıldır sesini yükseltiyor – Steve France

“Suçlu hükümetler kurbanları için asla adalet tesis etmez ya da hayatta kalanların iyiliği için parmağını kıpırdatmazlar. Onlar unutulan mülteciler ve hâlâ korkunç koşullarda yaşıyorlar”

“Bizi, kurşunlardan kevgire dönmüş tuğla bir duvara tek sıra halinde götürdüler. Karşımızda 40 kadar asker var gibi görünüyordu. Silahlarıyla nişan almışlardı. Bir idam mangasına benziyorlardı. Hastaneden bazı iş arkadaşlarım ağlamaya başladılar. Bu mülteci kampında öldüğümü kimse bilecek mi acaba diye merak etmiştim.”

“Ama şöyle düşündüm, tamam buradayım ve bu iyi bir şey çünkü doğru olanı yaptım. ‘Here Comes the Sun’ şarkısını mırıldanıyordum.”

Washington eyaletinden emekli hemşire 79 yaşındaki Ellen Siegel, Beyrut’un Şatila mahallesinde bulunan ve Sabra mülteci kampında yaşayan Filistinliler için hizmet veren bir hastanede gönüllü çalışan iki hemşireden biriyken 1982 yılında başına neler geldiğini anlatıyor bana.

18 Eylül sabahının ilk saatleriydi, kampta yaşayan silahsız insanlara karşı işlenen katliamın son saatleri. Siegel 2 Eylül’den beri orada çalışıyor, yanan ve silahla yaralanan Filistinlilerle ilgileniyordu. Baltimore’da Yahudilerin arasında büyüyen ve İsrail’deki Kibbutz topluluklarıyla zaman geçiren biri olmasına rağmen Filistinlilerin sadık dostu olan Siegel, İsrail’in Beyrut’ta kapana kıstırdığı Filistinlilerin tedavilerine yardım etmek için torpiller yardımıyla Beyrut’a gitti. Silahlarını kendisine doğrultan askerler, Batı’da Falanjistler olarak tanınan; İsrail’in sağcı Maruni Hıristiyan müttefikleri Lübnanlı Ketaib militanlarıydı.

Ama silahlarını indirdiler. Siegel’in daha sonra Ha’aretz’in savaş muhabiri Ze’ev Schiff’ten edindiği bilgiye göre bunun sebebi İsrail Savunma Bakanlığı’ndan bir yetkilinin onlara çekilmeyi emretmiş olmasıydı.

Dünya, bu ölüm çılgınlığını Sabra-Şatila katliamı adıyla biliyor – Raşid Halidi’nin “Filistin’e Karşı ‘Yüz Yıllık Savaş’” şeklinde kavramsallaştırdığı şeyin içindeki bir dönüm noktasının dehşetinin tarifi bu. Halidi; İsrail’in kanlı bombardımanlar ve Beyrut ablukasıyla bir arada sürdürdüğü Lübnan işgalinin, “Amerika’nın ve Avrupa’nın nezdinde 1948 yılından beri kayda değer ve uzun süreli ilk olumsuz İsrail algısına sebep olduğunu” yazıyor son kitabında. Muazzam sayıdaki İsrailli Yahudi’nin yeni keşfettikleri bir öfkeyi ve vicdan muhasebelerini ifade etmek için Tel Aviv’de düzenledikleri “Ortadoğu’daki muhtemelen en büyük savaş karşıtı eylemi” tetikleyen yegane olaydı Sabra-Şatila. Eylemleri nihayetinde sönümlendi ama Sabra-Şatila’nın külleri hâlâ yanıyor ve bu yangın hiç bitmeden ve ardı arkası kesilmeden Filistinlilerin üzerine yağan katliam ve saldırılarla büyüyor.

Siegel’in Lübnanla kurduğu yakın ilişki, Münih Olimpiyatları cinayetlerini takiben İsrail güçleri tarafından vurulan Filistinliler için hemşirelik yaptığı 1972 yılında Beyrut’ta başladı. Hayatının geri kalanında Beyrut’a pek çok defa tekrar dönecekti.

Siegel 39 yıl boyunca, ABD’nin sınırsız suç ortaklığını arkasına alan İsrail’in, Halidi’nin ihtiyatlı tahminine göre 1300’den fazla silahsız Sabra sakinini soğukkanlılıkla öldürmesine dikkat çekmeye çalıştı.

Ellen Siegel

“Suçlu hükümetler kurbanları için asla adalet tesis etmez ya da hayatta kalanların iyiliği için parmağını kıpırdatmazlar. Onlar unutulan mülteciler ve hâlâ korkunç koşullarda yaşıyorlar,” diyor kampta her yıl düzenlenen anma törenlerinin çoğuna katılan ve onlara destek olmak için bağış toplayan Siegel. “Çok umutsuz görünüyor.” Yine de Amerikan toplumu ve küresel kamuoyundaki Filistinlilere yakınlık duyma yönünde süregelen değişimin önemli olduğunu kabul ediyor.

Falanjist katiller nihayetinde Siegel’i ve iş arkadaşı yabancı hemşire ve doktorları kampın hemen dışında, İsrail ordusunun yoğun çatı komuta merkezinde bıraktı. Üç gece boyunca, katillerin işini kolaylaştırmak için kampın dar patikalarını aydınlatan İsrailli ışıkçılara rehberlik ettiler. O zamanlar Beyrut Amerikan Üniversitesi’nde dersler veren Halidi, karısı ve iki küçük kızıyla beraber saklandıkları kiralık bir daireden bu ışıkları gördüğünü yazıyor. Hiçbir savaş sesi olmadığı halde İsraillilerin neyi aydınlattıkları konusunda “şaşkına dönmüşlerdi”. Aydınlatma fişeklerinin Gazze Hastanesi üzerinde aniden patladığı anda her şeyin sessizlik içinde olduğunu söylüyor Siegel. Onların belki bir tür havai fişek olduğunu düşünmüş.

İki gün sonra kendisi ve iş arkadaşları hastaneden çıkıp yürüdüklerinde sokaklara dağılmış cesetler gördüler. Çoğunluğu çocuk ve kadınlara ait cesetlerdi bunlar ve ateş sesleri kulaklarına geliyordu. “Başından yaralanan bir adamın yerde öldüğünü gördüm,” diyor Siegel. “Henüz yeni öldürülmüştü, rengi morarmamıştı bile. İnsanlar bizi takip etmeye çalışıyordu ama onları durduruyorlardı. Bir Filistinli, laboratuvar önlüğü giydi ve bizimle yürüdü. Ama onu bir kenara çektiler. Kimliğine baktılar. Kimliğiyle yüzüne vurdular ve kendisini bir köşeye götürdüler. Sonra bir el silah sesi duyduk.”

Siegel olay yerinde güzel olduğu kadar zalim olan Lübnanlı bir kadın militan gördüklerini anlatıyor: “Ufak yaralar almış Filistinli bir çocukla beraber bir cipe bindiler. Bize dönüp ‘Bakın düşmana ne güzel davranıyoruz’ diyerek çocuğun yaralarına bir sıvı döktü ve bantla sardı. Çocuk merhamet dileniyordu ama kadın onunla beraber çekip gitti. Onu vurduklarına da eminim.”

Dozerler, cesetleri toprakla örtmek için gürültüyle çalışıyordu. “Sürekli önlerinden çekilmek zorunda kaldık,” diyen Siegel, üzerinde kocaman İbranice harfler bulunan bir dozer de görmüş.

“İsraillilerle yalnız kalınca, ne olduğuna ya da burada ne işimiz olduğuna dair sorular sormadılar bize. Bizi görmezden geliyorlardı. Ama bir şeylerle uğraştıkları açıktı. Falanjist bir asker Norveçli bir hemşireyi arabayla kaçırmaya çalışırken İsrailli bir yetkiliye onu durdurması için yalvardık. İşe yaradı.” Yarmulkesini takmış ve dua örtüsünü sırtına geçirmiş bir asker, yabancı sağlık çalışanlarından birine kağıda dürülmüş ballı kek ikram etti. Bu, Roş Aşana’da birine mutlu yıllar dilemenin geleneksel yöntemidir. “Bu beni gerçekten çok üzdü. Annesi bu keki ona mutlu yıllar dilemek için göndermişti muhakkak. Roş Aşana’da her zaman ballı kek yeriz ama kadınların ve çocukların katledildiği bu kampta İsrailli bir asker mutlu yıllar dilemek için bir kadına kek ikram ediyordu.”

Kamptan çıkana kadar, İsrail’in bu katliamı yönettiğini kanıtladığını düşündüğü kendi hikayesini anlatmaya çalıştı. Kanıtlardan biri de kendisini Amerikan Büyükelçiliği’ne bırakan İsrail ordusu şoförünün ürkütücü konuşmasıydı. Lübnan ordusuna mensup askerleri görünce onların bir işe yaramadığını söylemişti. “Buradaydılar ve hiçbir şey yapmadılar. Bütün işi biz yapmak zorunda kaldık.” Kadınların ve çocukların bulunduğu bir evi basmayı sevmediğini söylediğinde, Siegel ona kaç kişiyi öldürdüğünü sormuş. “Böyle sorular kimseye sorulmaz,” diyerek soruyu cevapsız bırakmış şoför.

İsrail, katliama dahil olduğu yönündeki iddiaların soruşturulması için bir kurul toplamaya karar verince Siegel düşüncelerini açıkça duyurmak için büyük bir fırsat yakaladı. Kendisiyle beraber iki doktor, başkanlığını Yüksek Mahkeme hakimi Yitzhak Kahan’ın yaptığı Kahan Komisyonu’na ifade verdiler ve tanıklık yaptılar. Siegel bu soruşturma hakkında “Bir örtbas etme girişimiydi,” diyor. “Ama tanıklık yaptığım için mutluyum. Bana, Şatila’da kalan insanların Lübnan radyosundan beni gerçekten duyduklarını söylediler. Benim için, Şaron’a karşı tanıklık yapan hemşire diyorlar.” Ariel Şaron, İsrail Savunma Bakanı’ydı ve katliamı planlayan ve yöneten bizzat kendisiydi.

Ellen Siegel ve çalışma arkadaşı gönüllü doktor Swee Ang. Kahan Komisyonu’na çıkmadan önce, Ekim 1982

Noam Chomsky’nin Komisyon’un pek çok kusurundan bahsettiği “acımasız eleştirisini” alıntılayan Halidi’ye göre son rapor yine de “(dönemin başbakanı) Menahem Begin’in, Şaron’un ve İsrail’in kıdemli komutanlarının katliamdaki doğrudan ve dolaylı sorumluluklarını” kanıtlıyor. Halidi bir ekleme yaparak bu hükmün, bir süreliğine de olsa, İsrail için ağır olumsuz sonuçlar doğurduğunu ifade ediyor. Ama bu soruşturmanın asıl amacı, 1983’teki raporun Siegel’i bir tanık olarak yok saymaya zorlama şeklinden de görülebileceği gibi hasarı en aza indirmekti.

“Gazze Hastanesi… Filistinliler için Filistinliler tarafından işletiliyordu,” Siegel’in notları hakkındaki bu kısmı, “(Hastanede çalışan) Tanıkların hiçbirinin, İsrail’e özel bir sempati beslediğine şüphe uyandıracak bir sebep yok” anlamına gelen lüzumsuz bir ifade takip ediyordu. Sahiden de kurul, raporun “Filistin’e sempati duyuyorlar,” cümlesiyle sonlandırılmaya zorlandığını gösterdi. Siegel’in, katliamın son gecesi Arapça ve Almanca konuşarak hastaneye gelen temiz görünümlü iki genç adamın Sefarad Yahudileri oldukları tahminine karşılık raporda “bu iddianın gerçekte bir temeli yoktur ve kendisinin tarafgirliğiyle açıklanabilir,” yazıldı. Böylece, adamların İsrailli olamayacağına kâni olan kurul, iki adamın Siegel’e sorduğu dehşetengiz “Ketaib [Falanjistler] çocukların boğazını kesmek için yarın sabah 9’da mı gelecek?” sorusunun sözünü bile etmedi raporda.

Bu raporun asıl amacı açıkça, katliam sırasında İsrail ordusundan hiçbir askerin kampa adımını atmadığını ve bütün cinayetleri Arap Falanjistlerin işlediğini kanıtlamaktı. Halidi’nin mükemmel hocalığı ve 1982 yılında Beyrut’taki kişisel deneyimleri; kurulun daracık odağının, kendi eliyle topladığı kritik kanıtları gizli eklere yerleştirerek saklamasının ve İsrail’in kıdemli liderlerini sözümona hataya zorlama cesaretinin hasarı en aza indirmekten ibaret olduğunu gösterdi. Halidi’nin açıklamaları, (genç memur Netanyahu’nun çok değerli yardımlarını esirgemediği) Şaron’un katliamı sahnelemek adına duyduğu tutkulu azmin dağınık hikayesini ve Amerikalı diplomatların, onaylamasalar bile, dönemin Dışişleri Bakanı Alexander Haig örneğinde görüldüğü üzere planlanan işgalin her aşamasına yeşil ışık yakarak Şaron’u nasıl alçakça koruduklarını resmetmek için İsrail Devlet Arşivi’nin 2012’de yayınladığı belgelerin, Amerika’nın kilit önemdeki diplomatik dosyalarının ve gazetecilik faaliyetleri ve akademik araştırmaların bulunduğu eklerden yararlanıyor. Amerikan başkanlık özel temsilcisi Büyükelçi Philip Habib, Filistin Kurtuluş Örgütü’ne (FKÖ) Lübnan ve Amerikan hükümetlerinin Filistinli sivilleri koruyacağına dair bütün samimiyetiyle söz vermemiş olsaydı, çetin FKÖ savaşçıları şehri terk etmeyi kabul etmeyecekti.

Halidi, İsrail’in nihai hedefinin “Filistin içindeki durumu değiştirmek” olduğunu yazıyor. Liderler “FKÖ’yü askeri anlamda yok etmenin ve Lübnan’daki gücünü ortadan kaldırmanın işgal altındaki Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’teki Filistin milliyetçiliğinin direncine de son vereceğine” inanıyordu. Arap devletlerinin fiili rızasıyla beraber Amerika’nın desteğini arkasına alarak FKÖ’yü Lübnan dışına iten Şaron asıl amacına ulaşmıştı; Sabra-Şatila da cabasıydı. Ancak Halidi, sadece ve sadece güce itimat eden Şaron’un “Filistin ulusal hareketinin ağırlık merkezinin” komşu Arap ülkelerinden nasıl geri sekeceğini ve “Filistin içinde” patlak vererek Birinci İntifada’ya dönüşeceğini tahmin edemediğini ifade ediyor.

Ellen Siegel (sağdaki), 1973 yılında Ghada Karmi ile İsrail’in Londra Büyükelçiliği önünde

Oyun sahnesinde son zamanlarda da benzer bir değişim meydana geldi. İsrail’in pişkin ve vahşi yönetimi Filistin direnişinin son mevzilerini yıkmak için pervasızca harekete geçti. Bir Filistin devleti için bütün umutların söndüğü, Filistin Yönetimi’nin tam bir aşağılamaya maruz kaldığı, Doğu Kudüs’ün ve belki de az kalsın El Aksa’nın ele geçirildiği, Gazze’nin sebepsizce yakılıp yıkıldığı ve yozlaşmış Arap devletlerin liderleriyle açıkça ittifakların kurulduğu bir aşamada, tıpkı 1982’de olduğu gibi, bir tür Pirus zaferinin ortaya çıkmasıyla mülteciler dahil dünyadaki bütün Filistinliler birleşiyordu ve Amerika ve Batının İsrail’e verdiği zaruri desteğin ayağına bağ vuruluyordu.

Ellen Siegel büyük resimdeki dramı titizlikle takip ediyor, ancak aklı on yıllar boyunca edindiği Filistinli arkadaşlarında ve hemşire olarak baktığı hastalarda ve ailelerde kaldı. Mesela hâlâ 1982 yılının Eylül ayının ilk günlerinde ciddi yanıklarla Gazze Hastanesi’ne getirilen ama Um Leyla ve Ellen’in ellerinde hızlıca sağlığına kavuşan (bugün 40 yaşındaki) Leyla bebeği arıyor. Bütün dünyada kadim dostlukları bulunan Siegel, 1982 yılında hastanede beraber çalıştığı pek çok arkadaşının ne kadar harika insanlar olduklarını anlatma konusunda çok ısrarcı. Gerçekten de çok cesur olan ancak bugünlerde hassaslaşan böyle bir kadının boyun eğmeyen iyileştirici ruhu, kendi zalimlerinin hiç durmayan saldırılarıyla aldıkları yaralar ve terör karşısında Filistin halkının yüreğinin güçlü kalmasını sağladı. Sumud kelimesinin İbranice bir karşılığı varsa, Siegel bu kelimenin vücut bulmuş halidir.

[Mondoweiss’te 16 Eylül 2021 tarihinde yayımlanan İngilizce orijinalinden Gökay Demirel tarafından bdsturkiye.org için çevrilmiştir]