İsrail’in Cenin’i kuşatmasını hatırlamak – Muhammad Hussein

Cinayetlere ilave olarak Cenin’in 13 binin üzerinde Filistinli sakini kampı terke zorlandı, mültecinin de mültecisi haline geldi. Kamp, İsrail’in ilk yıllarında topraklarından ve evlerinden sürülen ilk mültecileri barındırmak üzere 1953’te kurulmuştu. Tankları ve buldozerleriyle İsrail güçleri kamptan geriye kalanları yok etmeye devam etti, bir zamanlar ailelerin yaşadığı evleri gözünü kırpmadan yerle bir etti

Filistinli bir çocuk Cenin mülteci kampındaki yıkılan evlerin molozları arasında yürüyor, 13 Mayıs 2002 [David Silverman/Getty Images]

Ne: İkinci İntifada sırasında, Filistinlilerin Cenin mülteci kampının İsrail ordusu tarafından kuşatılması ve işgali sonucunda en az 52 Filistinlinin katledilmesi ve 13 bin üzerinde insanın tekrar mülteci haline getirilmesi.

Ne zaman: 3-11 Nisan 2002

Nerede: Cenin, Batı Şeria’nın kuzeyi

Ne oldu?

2002’de Filistin’in her tarafında İkinci İntifada patlak verirken, İsrail işgal edilen Batı Şeria’da 1967 savaşından o zamana değin, ordusunun en büyük harekâtını başlatmayı planlıyordu. Hedef Cenin şehrindeki Filistin mülteci kampıydı. Söylentilere göre, öncesinde haftalar boyunca İsrail’de gerçekleşen bir dizi intihar eylemine karşılık olarak yapılacak saldırının (Koruyucu Duvar Operasyonu), İsrail ordusunca kamp içinde yaşayan Filistinli militanların ve direniş savaşçılarının kökünü kazımak için yapılacak bir savunma tedbiri olduğu iddia ediliyordu.

Bir buçuk kilometrekarelik alan içerisinde 14 bin insanın yaşadığı, Birleşmiş Milletler idaresindeki Cenin kampı İsraillilerce kuşatıldı, kampın giriş çıkışları kapatıldı; elektrik, su, gıda ve tıbbi malzeme tedariki kesildi. 3 Nisan’da başlayan işgal, İsrail güçleri ile Filistinli direnişçiler arasında çetin şehir gerilla savaşı koşullarında silahlı çatışmalarla sonuçlandı.

İsrail ordusunun yığınla takviyesi ve kampı kuşatma altına alması belli ki yeterli değildi, gerçekten de ilerleyen günlerde ezici ve orantısız bir biçimde 150 tank, zırhlı personel taşıma araçları ve araziyi tüm engellerden temizleyecek 12 zırhlı buldozeri kampta mevzilendirdi. Saldırı, kampı yukarıdan bombalayan Apaçi helikopterleri ve F-16 savaş uçakları ile havadan da yürütülüyordu.

11 Nisan’da muharebenin sonuna gelindiğinde en az 52 Filistinlinin öldürüldüğü ortaya çıktı; bazı kaynaklara göre ise sayı aslında çok daha fazlaydı ve İsrail’in vahşetini gizli tutmaya çalışmasının sonucu olarak bu sayı veriliyordu. Ölenlerin onlarcası, bu ayrım gözetmeyen saldırılar sırasında vahşice katledilen sivillerdi.

Ölenlerden biri 14 yaşındaki Muhammed Havaşin, yerel hastaneye doğru bir grup kadın ve çocukla yürürken yüzünden iki kere vurularak öldürüldü; bir diğeri 57 yaşında, tekerlekli sandalyeye bağlı yaşayan Kemal Zagir’di, beyaz bayrağı elinde evine giden yolda ilerlerken İsrail tankları tarafından vurulup ezildi.

Afaf Disuki adında bir kadın çalınan kapısını açmak için hareketlendiğinde İsrail askerleri tarafından atılan bir bombayla öldürüldü; görgü tanıklarının ifadelerine göre Afaf patlamanın etkisiyle evin dışına uçtuğunda askerler gülüyordu. Elbiselerini çıkarması emrini uygularken vurulan Cemal el-Sabag gibi kişilerin İsrail güçlerince yargısız infaz edildiğine ilişkin kanıtlar da mevcuttu.

Cinayetlere ilave olarak Cenin’in 13 binin üzerinde Filistinli sakini kampı terke zorlandı, mültecinin de mültecisi haline geldi. Kamp, İsrail’in ilk yıllarında topraklarından ve evlerinden sürülen ilk mültecileri barındırmak üzere 1953’te kurulmuştu.

Tankları ve buldozerleriyle İsrail güçleri kamptan geriye kalanları yok etmeye devam etti, bir zamanlar ailelerin yaşadığı evleri gözünü kırpmadan yerle bir etti.

Sonra ne oldu?

Kuşatmanın kalkmasının ardından Filistinlilerin öldürülmesinin bir katliam olup olmadığı çokça tartışıldı. İsrail safında olanlar bunun bir katliam olduğunu reddediyor, hiçbir savaş suçunun işlenmediğini iddia ediyorlardı. Ancak görüldüğü kadarıyla, öldürmelerin “çok sayıda insanın ayrım gözetilmeksizin ve vahşice öldürülmesi eylemi ya da olayı” olarak belirtilen sözlük tanımına uyup uymadığını çözmek zordu, çünkü gazetecilerin ve medyanın operasyon sırasında kampa saldırı alanlarına erişimi yasaktı.

İnsan hakları grubu Uluslararası Af Örgütü’nün raporunda söylendiği gibi: “Kampın Filistinli sakinleri, yabancı gazeteciler ve kampın dışında bulunan başka insanlar sorti üstüne sorti yapan Apaçi helikopterlerinden kamptaki evlere yüzlerce füze ateşlendiğini gördüler.” Bir katliam gerçekleştiğine ilişkin şüphelere rağmen, “mülteci kampı ve ana hastane etrafında 4-17 Nisan arasında çekilen sıkı şerit dış dünyanın kampın içinde ne olup bittiğini bilmek için hiçbir aracının olmadığı anlamına geliyordu.”

İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) tarafından o dönem yayınlanan 48 sayfalık rapor “İsrail güçlerinin ciddi uluslararası insan hakları ihlallerinde bulunduğunu, bunların bazılarının prima facie (ilk bakışta) savaş suçlarıyla eş anlamlı olduğunu” kabul ederek konuya daha fazla ışık tutuyordu.

Rapor ayrıca Filistinli direniş savaşçılarının “İsrail Savunma Kuvvetleri’nin uluslararası insani hukuk kapsamında sivillere zarardan kaçınmak için olası bütün önlemleri alma yükümlülüklerinin önemini azaltmadığını” belirtiyor ve “Meşru askeri hedeflere yönelik saldırıların sivillere orantısız zarara yol açmamasını sağlamak da İsrail’in yasal görevidir. Ne yazık ki bu yükümlülükler yerine getirilmemiştir” ifadelerini kullanıyordu.

Buna karşın HRW raporunda “ölümlerin pek çoğunun hukuk dışı ya da taammüden öldürmeye eşit” olmasına rağmen, “Cenin mülteci kampında İsrail ordusu tarafından katliam ya da büyük çaplı hukuk dışı infaz yapıldığı iddialarını destekleyen kanıt bulunmadığına” hükmediyordu. İsrail ordusu ve medyasının katliam olmadığının açık kanıtı olarak öne sürdüğü özel kısım burasıydı.

Bu durum ayrıca, kuşatma ve saldırının ardından Batı medyasının İsrail’le kayda değer bir dayanışma içerisinde olduğu gerçeğini de su yüzüne çıkarıyor. Aktarılana göre, pek çok medya kuruluşunun temsilcisi İsrail ordusunun sözde kahramanlığına dikkat çekmek ve Filistinli “terörüne” karşı savaşını övmek için Tel Aviv ve Kudüs’e geldi.

Bir işgal gücüne karşı böyle bir ayrıcalıklı yaklaşım şimdi, 20 yıl sonra, Rus ordusunun Ukrayna işgalinin benzer yönlerine karşı medyada büyük çapta bir kınama varken düşünülemez herhalde.

Batı medyası o zamanlar yeni Filistinli mültecilerin kötü durumuna, sevdiklerinin sakatlanmasına ağlayan aile bireylerine ve -bugün pek çok insanın İsrail ve Rusya’nın ortak davranışı olduğunu fark ettiği- sivillerin ayrım gözetmeksizin bombalanmasına dikkat çekmekten epey farklı bir yaklaşıma sahipti.

Geçen ay Ukrayna’da Rus güçlerince gerçekleştirilen Buça katliamı nedeniyle haklı olarak öfke patlaması yaşanırken, Filistinli sivillerin Cenin’deki kuşatma ve saldırı sırasında katledilmesinin de 2002’de yaşanan bir trajedi ve savaş suçu olarak hatırlanması gerekmektedir.

[Middle East Monitor’de 8 Nisan 2022 tarihinde yayımlanan İngilizce orijinalinden Göksel Kılınç tarafından bdsturkiye.org için Türkçeye çevrilmiştir]