Giriş
Filistin ile ilgili bir araştırma yapılırken en başta yapılması gereken belki de kavram tespitidir. Çünkü söz konusu, işgal altındaki bir ülke ise kavramlar gerçek anlamlarından biraz uzaklaşabilmektedir. Aslında her ülkenin kendine has özel durumları ve tanımlamaları olsa da bütün bir tarihi işgal ile anılan bir ülke açısından durum çok daha ciddidir. Araştırmanın amaçlanan içeriği her ne kadar “Filistin İşçi Hareketi” olsa da buradaki işçi kavramı ileri kapitalist ülkelerdeki işçi kavramından daha farklı bir hüviyet kazanmaktadır. Her türlü işçilik bu çalışmanın konusu olacağından, bazı yerlerde “işçi hareketi” kavramsallaştırması yerine “emek hareketi” kavramsallaştırması tercih edilecektir.
Konuya giriş yaparken Filistin emek hareketinin temel özelliklerine değinmek kafa açıcı olacaktır. Filistin’in işgal altında bir yaşam sürmesi, böylesi bir değinmeyi zorunlu kılmaktadır. Çünkü işgal tek bir koldan değil birçok koldan yüzlerce yıldır sürmekte işgalci isim ve şekil değiştirse de Filistin’de işgal durumu olduğu gibi kendini muhafaza etmektedir.
Filistin’in birkaç asırlık geçmişine bakılacak olursa Osmanlı, İngiltere ve İsrail’in farklı şekillerde işgal politikasını bu coğrafyada ikame ettikleri görülecektir. Yakın dönemin çalışma alanımız olduğunu hesaba katacak olursak; İngiltere ve İsrail’in işgali ve bu işgale emekçiler cephesinden verilmiş-verilmekte olan yanıt, üzerinde ağırlıklı olarak duracağımız nokta olacaktır. Bu bağlamda;
- Filistin emek hareketi İngiliz sömürüsüne karşı doğallığında bir işçi-köylü hareketi olarak ortaya çıkmaktadır.
- Topraksızlaştırılmaya ve gelenekleri ellerinden alınmaya çalışılan bir halkın kır ağırlıklı direnişi olarak başlamıştır.
- Siyonist anlayışın dışlaması nedeniyle “Arap emeği” önemli bir argüman olarak ortaya çıkmaktadır. Çünkü Siyonist işgalciler hâkim oldukları bölgelerde kesin olarak “Arap emeğini” yasaklamakta olup kanunlara uymayanları çeşitli şekillerde cezalandırmaktadırlar.
Bu tip nedenlerden ötürü Filistin-Arap direnişinde “emek hareketi” ile “ulusal bağımsızlık mücadelesi” iç içe geçmiş bileşik bir yapı arz eder. Bunu tetikleyen önemli faktörlerden biri Yahudi üretim biçimi ya da anlayışıdır. Yahudilik inanışı ya da düşüncesinin ekonomi politiğine bakıldığında ilk göze çarpan ayrıntılardan biri “kar” olgusu olduğu görülür. Yahudilik sadece bir inanç şekli değildir, çünkü öğretinin temeli kar üzerine kuruludur. Dünyadaki Yahudiler dağınık halde bulunsalar bile güçlü bir ekonomik ve siyasal güce sahiptirler. Bunun nedeni ise bu düşünce sisteminin cemaaatvari bir biçime sahip olup tüccarane algı ve kar hırsıyla yanıp tutuşan niteliğidir.
Bu ayrıntıların önceden bilinmesi emek hareketinin niteliğinin anlaşılması açısından oldukça büyük bir önem taşımaktadır. Aksi takdirde ne şekilde olursa olsun bakış açıcı biraz eksik olarak kendini var edecektir. Böylesi bir girişten sonra tarihsel olarak Filistin’de üretici unsurların gelişimi ve karakteri hakkında çeşitli tespitler yapılabilir.
İşçi-Köylülerin Yahudilere Bakış Açısı ve Tarihsel Süreç İçerisindeki Seyri
Filistinli işçi ve köylüler için Yahudilere karşı bir nefret durumu başlangıçta yoktu. Fakat Siyonist akım güçlendikçe aynı oranda bir Yahudi düşmanlığı da Filistinliler ve genel olarak Araplar arasında yayılmaya başlamıştır. Gerçi Araplar ile Yahudiler arasındaki kavga ve çatışma ortamı 1886 yılına dayanmaktaydı. Hudayre ve Malbes’te iradelerine karşı topraklarından çıkarılan köylüler buna direnç gösterip saldırı düzenlemişlerdi. Bir yıl sonra 1887’de Siyonistler taktik değişikliğine giderek bu bölgelere getirdikleri Yahudi yerleşimcileri turist olarak sokmuşlardır. Burada özellikle altı çizilmesi gereken bir nokta vardır; Yahudilerin dünya ölçeğinde pek çok topluluk tarafından benimsenmemesi, horlanması ve düşman olarak görülmesi ile Filistin’deki pozisyonları arasında fark vardır. Filistin haricinde yaşadıkları her yerde Yahudiler, esnaf, sermayedar, şehirli ya da köylüdür. Kısacası pek çok yerde Yahudiler toplumun sıradan bir parçası iken Filistin topraklarında bu özelliklerini yitirmektedirler. Çünkü Yahudiler burada Siyonist bir işgalin yürütücülüğünü kendi elleriyle yapmaktadır. Avrupa ve dünyanın başka bölgelerinde kendilerine yönelik uygulanan ayrım politikalarını burada kat be kat fazlasıyla Filistinlilere uygulamakta ve onları yurtsuzlaştırmaya çalışmaktadırlar.
Birinci göç dalgası daha çok zorunluluktan ötürü buraya getirilmiş Yahudileri kapsıyor olmasına karşın 1905-1907 yılları arasında gerçekleşen ikinci göç dalgası ile gelenler daha çok Siyonist bilince sahip olan Yahudilerdi. Bu durum da Filistin bölgesinde içten içe bir kaynamanın başlamasına sebep olmuştur. Bu süreçte Filistinliler topraklarının her iki toplum için yetebileceğini düşünüyorlardı. Oysa Siyonistlerin amacı Müslüman Araplar olmaksınız tüm Filistin topraklarını ele geçirmek olduğundan bu hissiyat yerini ciddi bir düşmanlığa bırakacaktır.
Bilineceği üzere Osmanlı devleti bir ortaçağ imparatorluğu zihniyeti ve davranış biçimlerine sahip olduğundan kendi sınırları içerisinde bulunan zengin unsurlarla pek sorun yaşamamıştır. Her ne kadar Yahudiler Abdülhamit’ten belirli bir miktar toprak isteyip özerklik türü bir idare talep ettiklerinde reddedilseler de bu göçler sürecinde Osmanlının engellemeleri ile karşılaşmadılar. Müslüman olan devlet yöneticilerinin bu tutumu ister istemez Filistinlilerde bir rahatsızlığa yol açmıştır. Filistin’e gerçekleşen göç hareketi zaman ilerledikçe örgütlü bir hal almaya başlamış olmasına rağmen Filistinli Arapların aynı hızda örgütlendiklerini söyleyebilmek mümkün değildir. Bunun temel nedeninin de işgalcilerin olduğunu burada bir kez daha zikretmek yerinde olacaktır. Çünkü bir tarafta her türlü olanakla donanmış bir işgalci halk diğer tarafta savunma hakkı bile elinden alınmaya çalışılan bir halk bulunmaktadır. Böylesi bir durumda Filistinlilerin en büyük gücü inanç ve iradeleri olacaktır. 1910’larda lokal olan Filistin direnişi zamanla gelişip serpilecek boy verecek 1929 ve 1933’te ayaklanmaya, 1936-39 yılları arasında devrimci bir kalkışmaya, sonrasında ise Kassam ayaklanması vb şekillerde kendini gösterecektir.
Kısa Bir Arap-Yahudi Emeği Kıyaslaması
Bu ayaklanmalar büyük bir şiddeti karşılarına almak zorunda kalırken doğal olarak işçi hareketi de bundan nasibini alarak ciddi bir baskı ile karşı karşıya kalmıştır. Çünkü ayaklanmaların bastırılışı esnasında Filistin’in zaten ağır aksak olan ekonomisi büyük bir çöküş yaşıyordu ve bunu toparlamak yine Filistinlilere kalıyordu. Tekrar ifade etmek gerekirse bu kalkışmaların akabinde ortaya büyük bir topraksız köylü ve işsiz kitlesi çıkıyordu. Buna rağmen 1942 yılında Filistin’de işçi sayısı 104.1222ye yükselmiştir. Bu işçilerin büyük çoğunluğu tarım, ticaret ve endüstri alanlarında istihdam edilmiş bulunmaktaydı.
Yahudi göçünün artarak mallarının Filistin’de yoğunlaşması Siyonist ekonomiyi desteklemek için çıkarılan kanunlar, Arap yatırımlarının azlığı, Arapların teknolojik düzeylerinin düşüklüğü vb durumlara rağmen yine de Arap ekonomisinin bu süreçte nispi bir yükselmeye tanık olduğu söylenebilir. 1939’da Filistin’de bulunan 1211 fabrikadan 339’u (%27.8) Filistinlilere aitti. 1942’de ise bu oran 3475 fabrikada 1558 (%44.9)’ yükselmiştir. Bu yükseliş savaş ekonomisine bağlı olarak gelişmiş de olabilir. Çünkü savaş sonrasında Filistin Arap ekonomisi bir durgunluk sürecine girmiş, sonrasında da Yahudi ekonomisinin hızlı bir yükselişi söz konusu olmuştur. Ama esas önemli olan Yahudi ekonomisinin finansman ve endüstri alanında temel köşe taşlarını tutmuş olmasıdır. Bu ilerilik beraberinde eşitsiz gelişmeyi de getirmekten geri durmayacaktır.
- Dünya Savaşı Sürecinin Filistin’de Üretime ve Emekçi Sınıfa Etkileri
Dünya savaşı sürecinde doğal olarak Filistinli üretici güçler niceliksel bir değişim yaşamışlardır. Savaş ekonomisinin yarattığı istihdam beraberinde klasik aile ve zanaatkâr iş geleneklerinden bağımsız bir işçi kitlesinin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bunun nedenleri
- İngiliz işgalcilerin büyük bir askeri güçle ülkeye el koyması mandacı hükümetin projeleri aracılığıyla çalışma alanlarını geliştiren gereksinimler doğurmuş,
- Yahudi göçü de bu süreçte işçi kitlesinin kimlik kazanmasını hızlandırmıştır. Çünkü 1920-1936 yıları arasında yaklaşık 265.000 (384.000 olarak da ifade edilmektedir.) Yahudi Filistin topraklarına gelmiştir, şeklinde sıralanabilir.
Bu göç beraberinde elbette ki bir sermaye akımı da getirmiştir. Bu sermayenin Yahudi endüstrisini sürekli olarak beslediğini ifade etmek yanlış olmayacaktır. İngiliz işgalciler ve Yahudi göçmenlerle birlikte bilimsel ve teknolojik deneyimlerin güçlü iş adamları ve endüstrileriyle beraber Filistin coğrafyasına giriş yaptığını belirtmek faydalı olacaktır. Bunun yanı sıra İngilizlere ait olan imtiyaz sahibi şirketlerin ortaya çıkması, hükümet alanlarının açılması, özellikle ulaşım sektörleri (demiryolu, liman vs.), genel hizmetler, petrol rafinerisi, inşaat sektörü gibi diğer alanların ortaya çıkması sonucunda beliren vasıflı Arap işçilerinin hacminde yeni bir artışa sebebiyet vermiştir.
Arap emekçilerin değişen bu niceliksel durumunun yanı sıra niteliksel değişimine de bakmak önemlidir. Çünkü bu süreçte emek grupları açısından beş grupta özetlenebilecek türde bir ayrışma yaşanmıştır. Bunlar;
1- Vasıflı işçiler
2- Zanaatsal özelliği olan kesimler
3- Ordu kampları ya da devlet projelerindeki işçiler
4- Gündelikçi işçiler
5- Kır ya da tarım işçileri.
Bu kesimlerde çalışan işçi ve emekçilerin yaşamsal koşulları da oldukça kötüdür. Yaklaşık % 70’nin çalışma süreleri 50 saati bulmaktadır, bazı kurum işçileri ise 84 saat çalışmakta olup tüm bu işçi-emekçi kesimler içerisindeki okuma yazma oranı %7 civarındadır. Durum böyle olmakla birlikte yaşadıkları evler derme çatma denebilecek türdendir.
Yahudi ile Arap işçiler arasında ücretler açısından bir uçurum söz konusudur. 1937 yılına ait verilere göre ücret farkı ortalama %145 civarında olup bazı iş kollarında bu oran %248 ve %433’ e yükselmektedir. Bu ücret farkı ilerleyen süreçte derinleşmeye devam etmiş ve ortalama fark 1942 yılında %207’e yükselmiştir. Yahudi işgücü ile Filistinli Arap işgücü arasında niteliksel açıdan bir fark olduğunu söylemek mümkün olsa da bunun serbest rekabet ile ortaya çıktığını ifade etmek mümkün değildir. Bu niteliksel fark kuşkusuz İngiliz mandacılığı tarafından Yahudi emeğinin himaye edilmesi ile ilgilidir. Bu himaye, beraberinde Arap işgücünün ya dışlanmasını ya da en ağır işkollarına sevk edilmesini beraberinde getirmektedir. Tabi durum böyle olunca burada serbest değil güdümlü bir rekabetten bahsetmek zaruri olacaktır.
Filistin’de İşçi Hareketinin Niteliksel ve Örgütsel Gelişimi
1917’de Rusya’da başlayan ve sonrasında Asya’nın önemli bir kısmına yayılan Sosyalist Ekim Devriminin tüm dünya emekçileri üzerinde pozitif bir hava yarattığı bilinmektedir. Buna yakın bir süreçte Filistin işçilerle Mısırlı işçiler bir araya gelip Mısır’da “Demiryolu İşçileri Sendikası”nı kurmuşlardır. Bu sendikanın kurulmasının önünü açan proje İngilizlerin savaş yatırımı olarak tasarladıkları Heyfa-Kahire demiryolu projesidir. Bu proje beraberinde sayısı az olmayan temizlik, tamir, makinist, yol bekçisi bir gibi bir dizi işçiyi istihdam etmeyi gerektirmiştir.
Üretim biçiminin kendisinin bir sınıf bilinci doğurmasının yanı sıra bazı Filistin gazeteleri ve aydınları sendikalar ve örgütlenmelerin önemi üzerine sürekli olarak görüş bildirip bu konuyu dillendirmişlerdir. Bu bağlamda işçiler arasında kardeşlik dernekleri kurulmaya başlanmıştır. Bu girişimler 1920’de “Filistin Demiryolu İşçileri Kardeşlik Komitesi”nde somutlaşmıştır. Bu dernek 1909’da oluşturulmuş olan “Osmanlı Dernek Yasasına” bağlı olarak kurulmuştur. Buna göre bu dernek kesinlikle politik bir amaca sahip olmayacaktır. Fakat bu girişim, çalışma koşulları ve işgale karşı sessiz kalamazdı. Böylelikle işçi cephesinden politik hareketlenmenin odağı olmaya mahkûm olmuş ve harekete bir ivme kazandırmıştır.
1923 yılında ise Abdülhamit Haymur ve arkadaşları sömürge yönetimine “Filistin İşçileri Cemiyeti” adıyla bir derneğin kuruluşu için müracaatta bulunmuşlar fakat bu talep şiddetli bir muhalefetle karşılaşarak reddedilmiştir. Bunun akabinde işçilerin geri çekilmesi söz konusu olmamış, işçiler ısrarlarını sürdürmüş ve 1925 yılında bir derneğin kuruluşu için izin alınabilmiştir Sadece Heyfa demiryolu işçilerini kapsayan bu cemiyet az üyeye sahip olduğu gibi kısıtlı mali olanaklara sahipti. Cemiyet 21 Mart günü kurulduğundan bu gün “Filistin İşçileri Bayramı” adını alarak 1 Mayıs uluslar arası işçi Bayramı tarzında kutlanan bir gün halini almıştır.
Çalışma koşullarının ağır olduğu bu sektörde doğal olarak işçiler şiddetli bir hak mücadelesine girişmişlerdir. Bu mücadelenin önemli bir ürünü olarak 1927’de ilk kez bir grev gerçekleştirilmiştir. İlk kez greve çıkan işçiler iş saatlerinin belirli bir standarda kavuşturulması ve ücretlerinin yükseltilmesini talep ediyorlardı. Bu ilk grev deneyimi başarı ile sonuçlanırken 8 saatlik iş günü kazanılmış, bununla birlikte işçilerin talebi olan ücret de kabul edilen diğer bir istek olmuştur. İzleyen yıllarda ise peş peşe patlayan grevler Arap işçilerin ciddi bir biçimde bilinçlenmesi ve politize olmasını sağlamaya doğru bir sonuç vermiştir. Sırasıyla;
- Şefa Amro’da Karton fabrikasında çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve çalışma saatlerinin belirlenmesi talebiyle ikinci grev,
- Yahudi bir işletmecye ait olan kibrit fabrikasında üçüncü grev
- Heyfa’daki sigara fabrikasındaki dördüncü grev dalgası gerçekleştirilmiştir.
1925 yılında derneğin kurulmasının sembolik anlamından öte pratik olarak kendini işçi mücadelesi içerisinde ispat etmesi Arap işçiler arasında ciddi bir moral kaynağı olmuştur. 1930-1933 yılları arasında işçi grevlerinin toplamı 28’e ulaşmıştır. Artık Arap işçiler grevi patronlara karşı bir silah şeklinde kullanmayı öğrenmektedirler. Grev sayısının yanında önemli olan bir başka ayrıntı ise bu grevlerin yürütüldüğü sektörlerdir. Grevlerin yürütüldüğü sektörler; tekstil, deri, demiryolları ve petrol işletmeleridir. Buradan anlaşılacağı üzere yürütülen grevler küçük çaplı olmaktan çıkmış, genişlemiş ve önemli sektörlere doğru yayılmıştır. Bunun taşıdığı anlam önem taşımaktadır. Bundan sonra işçiler mücadelelerini lokal olmaktan çok enternasyonal olmaya doğru evriltmeye başlamışlardır. Çünkü Arap işçilerin grevleri Irak’a da yayılmıştır.
Kuruluşu ile birlikte Filistin Arap İşçileri Cemiyeti’nin İngiliz, Yahudi ve Arap küçük fabrika sahiplerine karşı ekonomik mücadele başlattıklarını söylerken aslında bu mücadelenin bir yönünün de siyasal olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü kulluk anlayışının güçlü olduğu bir coğrafyada bu tip taleplerle ortaya çıkmak esasen sisteme savaş açmaktır. Hertürlü yasa ve kuralın büyükler-zenginler ve sömürenler tarafından belirlendiği bir toprakta “ben de varım” demek işçilerin ilk siyasal ayaklanma şiarı olarak kabul edilmelidir.
Kozmopolit bir etnik, dinsel ve kültürel coğrafyaya sahip Ortadoğu’da politika yapmak ya da emek mücadelesi yürütmenin elbet büyük zorlukları vardır ve olacaktır da. Ama esas zorluk Yahudi ile Arap işçiler arasında kurulmasına çalışılan ilişkiler ve mücadele birlikteliği noktasındadır. Doğal olarak bu sorun Flitsin Komünist Partisinin çalışmalarına ve işleyişine de yansıyacaktır.
Filistin Komünist Partisinin Kuruluşu ve Hareket Üzerindeki Etkisi
Filistin Komünist Partisi, bir yönüyle Siyonizm hayalleriyle donanmış Yahudi işçilerin öncülüğünde kurulmuştur. Her Komünist partisi gibi uluslar arası dayanışmayı ilan etmesinin yanı sıra Siyonist hedeflerini de gözetmektedir. Bu iki özelliğin aynı zamanda yan yana durması tuhaf gibi görünse de Yahudi işçilerin siyonizm kavrayışını ele vermesi açısından bu karşıt ilkelerin bir aradalığı önemli bir ipucu sunmaktadır. Buradan Yahudi işçilerin Siyonist idealleri doğal bir hak olarak gördükleri ve kendilerini işgalci olarak tanımlamadıkları kolaylıkla söylenebilir. Kuruluşa dair temel sorunlar özetlendikten sonra Filistin Komünist Partisinin karmaşık kuruluş ve evrimleşme sürecine değinmek, özellikle Yahudi işçi hareketi açısından çok büyük önem taşımaktadır.
FKP, Siyonist İşçi Partisi’nde Siyonist Birlik’e (Ahdot Havoda) katılıp katılmama ve II. Enternasyonal’de kalıp kalmama tartışmaları neticesinde Siyonist Komünist Partisi’nin ayrılan kanadı tarafından Devrimci İşçi Partisi olarak 1919’da kuruldu. Danyal Mairson ve Dr. Shaldai isimli Yahudilerin ağır basan çizgileri neticesinde parti kendini Siyonist Birlik’ten uzak tutabildi. Fakat bu ayrılık çok derin ve keskin hatlar taşımamaktaydı. Çünkü 1920’de Viyana’da toplanan Siyonist İşçiler Birliği Konferansı’nda Mairson Siyonist hedefleri şiddetle eleştirip karşı çıksa da; partisi, bu görüşlerin arkasında durmamış ve aksini savunmuştur. Bu nedenle de Mairson kongreden ayrılmak durumunda kalmıştır.
İki uluslu bir anlayışla kurulmuş olan parti 1920’de toplanan ikinci kongresinde; Arap işçilerle dayanışmayı ilkesel olarak kabul etse de Yahudi işçilerinin sorununu toprakları olmayışına bağlamaktaydı. Toprağı kazanmak için de Yahudi göçünün hızlandırılması gereğine vurgu yapıyordu. Durum böyle olunca hem devrimci hem Siyonist ilkelerin bir arada olduğu karmaşık bir yapı ortaya çıkmaktaydı. Tabi hareketin henüz çok yeni olduğu bir ortamda böylesi bir tutumun ortaya çıkışı anlaşılabilir. Anlaşılabilmesinin haklı bir çıkış olduğu anlamına gelmediğini açık bir dille ifade etmek önemlidir. Tüm bunların toplamında partinin bir kimlik ve perspektif sorunu yaşadığını söylemek mümkündür.
1923’te toplanan kongre parti için bir dönüm noktası olacaktır. Çünkü DİP bu kongrede Yahudi burjuvazisiyle dayanışmak yerine Arapların ulusal mücadelesiyle dayanışmayı tercih edecektir. Bu tercihin nedeni ise Yahudi burjuvazisinin İngiliz emperyalizmi ile uzlaşma yoluna gitmiş olmasıdır. Buna karşılık Arap ulusal mücadelesinin öncüleri İngiliz işgali-emperyalizmine karşı savaş açmış ve bir mücadele yükseltmişlerdir. Böylesi nedenlerden ötürü Yahudi işçiler Arap ulusu ve işçileriyle gerçek bir dayanışma yolunu seçerek Arap işçiler arasında da örgütlenmenin yollarını aramaya başlamışlardır.
1926’da Tel-Aviv’de toplanan Birlik kongresinde 85 delegenin 18 tanesi Arap’tı. Üst kurul üyesi olarak seçilen 6 üye içerisinde de 2 Arap üye bulunmaktaydı. Bu, parti açısından ciddi bir ilerleme olarak kabul edilmektedir. 1929’a gelinen süreçte ise partinin, Yahudilerin toprak işgaline direndiği görülmektedir. İşgaller karşısında Arap köylülerin safında yer alan DİP aynı zamanda getirilen Yahudi toprak işçilerinin toprağı işlememeleri yönünde çağrılar da yapmaktaydı. (Ufula olayı 1924)
1920’ler boyunca sürekli değişen durum 30’ların başında Arapların parti içerisinde çoğunluk haline gelmesiyle sonuçlandı. Parti artık Filistin Komünist Partisi olarak anılmakta seçilen yönetim kurulları Arap çoğunluktan oluşmaktaydı. Örneğin 1930’da toplanan 7. kongrede 5 kişilik kurulda bulunanların 3’ü Arap 2’si Yahudi’ydi. 7 Kongre Komünist Enternasyonal’in önerileri dikkate alınarak toplandı. Komünist Enternasyonal partinin sağ sapma yaşadığını tespit etmekteydi. Partideki ciddi Araplaştırma çabaları başlangıçtaki Siyonist eğilimlere benzemekteydi. Bunun için önlem alınması gerekmekteydi ve parti bundan sonra sınıfsal talepleri öne çıkarmaya çalıştı. Böylelikle ulusal mücadele ile toprak ve emek mücadelesi bir arada yürümeye başladı.
1931’de FKP Arap köylülerine, işgalciye karşı direnmeleri ve vergi vermemeleri yönünde çağrılar yapmaya başlamıştır. İşgalci üç türlü olarak ifade ediliyor ve deniliyordu ki “İngiliz hükümeti, Siyonistler ve Arap efendiler kanlarınızı emmektedir. Bu üçlü sömürürün baskısından silah ve kılıç ancak sizleri kurtarabilir.” Tüm bu söylemlere rağmen partinin hala Siyonist hayallere inanan Yahudileri de içerdiği bilinmektedir. Bu nedenle parti hala Arapların ulusal mücadelesinin Filistin işçi devrimindeki temel güç olduğunu ifade etmemekteydi. Yahudi işçiler partiden uzaklaşırken Araplar yakınlaşmaktaydı. Aynı yıl içerisinde yöneticilerin tutuklanması sonrasında Moskova’dan gelen Rıdvan el Hulu partinin başına geçmiştir.
Komünist Enternasyonal’in 1935’teki 7. kongresinde başarısızlığın temel nedenlerinin başında bu durumun geldiği Dimitrov tarafından ifade edilmiştir. FKP, Siyonist etkinliğin büyüklüğü ve bunun kırılması gerektiği yönündeki öneriyi Suriye Komünist Partisi’yle birlikte kabul etmiş ve 1936’daki FKP kongresinde devrim savaşımının ulusal savaşımla birleştirildiği deklere edilmiştir. Bu deklarasyon kısaca Belfor sözünün iptalini, Yahudi göçünün kesinlikle durdurulması gerekliliğini ve kurulacak demokratik yapıda Yahudilerin ileride ulusal bir azınlık olma hakkını kazanacakları vurgusu yapılmaktaydı.
1920’lerde parti Arapların sorunlarının çözmek üzere alt bölümler kurarken 30’lardaki görünüm tam tarsine dönmüş ve 1937 yılında Yahudi üyelerin sorunlarının çözümü için Yahudi seksiyonu kurulmuştur. Tabi bu aşamadan sonra artık Yahudiler parti içerisinde zayıfladıkça Siyonist hedef ve umutlar güç kazanmaya başlayacaktır.
1940’larla beraber Komünist partiler hızlı bir değişim içerisine girdiler. Savaş süreci Komünist Enternasyonal’in çözülmesini beraberinde getirdi. 1943’te yaşanan dağılma aynı şekilde FKP içerisinde de hissedildi. Bu aşamadan sonra Yahudi gruplar siyonizme Arap gruplar ise ulusal mücadeleye daha çok yaklaşmaya başladılar. Dağılışla birlikte “Ulusal Arap Birliği” kuruldu. Bu birlik 1947’ye kadar Filistin’in birliğini savunurken 1947’deki Filistin bölünmesi sonucu Yahudilerle köprüleri attı.
FKP, Filistin tarihinde özel bir yer tutmaktadır. Bu özel önem ulusal mücadele ile sınıf mücadelesini bir arada yaşatmaya çalışırken, kendisine karşı olan bir halkın üyeleriyle birlikte hareketten ileri gelmektedir denebilir.
FKP, işçileri bir araya getirmek için önemli çabalarda bulunmuştur. Bu çabalar arasında 1930’da toplanan “Birinci Arap İşçileri Konferansı” önemli bir yer tutar. 11 Ocak 1930’da Heyfa’da toplanan konferans 3020 işçiyi temsilen 61 delege ile toplanmıştır. Bu konferansın örgütleyiciliğini demiryolu işçileri üstlenmiştir. Örgütlenişi itibariyle oldukça geniş kesimlere çağrı yapılması ve tabandan bir hareket karakteri taşıyor olması bu konferansı anlamlı kılmaktadır. Suriyeli işçilerle birlikte yürütülen çalışmalar neticesinde Suriyeli bir delege grubunun da katılım göstermesi gerekirken Fransız manda rejiminin izin vermeyişi bunu olanaksız kılmıştır. Buna rağmen konferansın yankısı Arap ülkelerinde hissedilmiştir.
Konferans öncelikle işçiler arasında sınıf bilincini yaymayı önemsemiş, akabinde yine işçiler arasında bir ekonomik dayanışma ağının oluşturulmasını kararlaştırmıştır. Filistin Arap İşçileri Cemiyeti “Ortak Yardımlaşma ve Birikim Fonu” adıyla kurulan bir fonla yüzlerce işçiye ekonomik yardımda bulunmuştur. Borçlar çok küçük vergiler karşılığında veriliyor ve işçileri pek çok noktada ciddi bir fayda sağlıyordu. Fakat cemiyetin gelir kalemleri kısıtlı olduğundan ancak yazı işlerini karşılayabilmekteydi. Bu nedenle de 1936 yılında fonun hesapları tasfiye edilmek durumunda kalınmıştır. Böylesi erken bir dönemde sınıf hareketi açısından atılan bu adımlar bir Ortadoğu bölgesi için oldukça önemlidir.
Birleşik İşçi Hareketi
Tutuklama ve baskılar emek hareketinin vazgeçilmez unsurları haline geldiğinden yapılan değerlendirmeler her zaman bir yönüyle buraya bağlanabilir. Ortadoğu’nun bir liderler toplumu olma özelliği de göz önünde bulundurulursa bu ayrıntının önemi biraz daha berraklaşacaktır.
Hareketin liderleri hapishanelerde kaldıkları süreç içerisinde dernekler ya da sendikal yapılar daha yavaş bir işleyişe sahip olagelmişlerdir. 1939 yılındaki tahliye beraberinde işçi hareketinde bir ivme yarattı. Daha önceden tutuklu olan bütün sendikacılar serbest bırakılmış ve bu da Arap işçi hareketinde yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur.
“Heyfa Arap İşçi Sendikaları Federasyonu”, Filistin Arap İşçileri Cemiyetine katılmış ve bununla birlikte bağımsız bir özelliğe sahip başka alanlarda da çeşitli sendikalar ortaya çıkmıştır. Bunların başlıcaları;
- İngiliz Ordu Kampları İşçi Sendikası
- Genel Hizmetler (Hükümet) Dairelerindeki İşçi Sendikası
- Petrol Rafinerisi İşçileri Sendikası
- İngiliz “Sebni” Ticari Şirketi İşçileri Sendikası
- Posta-Telefon-Telgraf İşçileri Sendikası’dır.
Bu bağımsız sendikaların ortaya çıkışı oldukça doğaldır, çünkü projelerin artışı beraberinde yeni endüstri alanlarının gelişimi ve işçilerin sayısal artışını da getirmiştir. Endüstriyel gelişim ve işçilerin sayısal artışı ile üretimin savaş sürecindeki hızlı artışı beraberinde patron ile işçiler arasında şiddetli bir ayrımın doğmasını da getirmiştir. Savaş ortamında yürütülen grevler sömürgecilerin ve patronların hışmıyla karşılaşmış ve grevciler ile sendikacılar yeni tutuklanma dalgalarıyla karşı karşıya kalmışlardır. Bir nevi savaş sürecinde yürütülen grevlerin başarısızlığa uğradığını söylemek mümkündür. Tabi bu başarısızlıkta dönemin konseptini göz önünde tutmak daha açıklayıcı olacaktır.
Filistin Arap İşçileri Cemiyeti’nin 1939 grevi öncesi üye sayısı 2353 iken 1940’ın başında bu sayı 210 olarak ifade edilmektedir. Uygulanan baskı boyutu, bu rakamlara bakıldığında rahatlıkla görülebilmektedir.
1942 yılında çıkarılan kanunlar bu zayıflamayı daimi kılmak için çıkarılmış gibidir. Çünkü yeni yasalara göre örgütlenme önüne önemli güçlükler çıkarılmaya başlanmıştır. Örneğin işçilerin işi bırakması ya da başka bir yere naklini istemesi yasaklanmıştır. Bunun yanı sıra çalışma dairesine bildirilmeden greve gitmek yasaklanmıştır. Bu yasalar işçilerin hak arama mücadelesinin zaten baskı ve silah gücü ile kapatılmış olmasına yasal bir dayanak oluşturmaya başlamıştır.
Filistin Arap İşçileri Cemiyeti tüm bu zorluklara rağmen boyun eğmemiştir. Tam tersine tüzüğünü belirleyip kentlerdeki şubelerini yeniden örgütleme işine girişmiştir. Kanunların çıkarıldığı yıl içerisinde üye sayısını öncekinden daha yüksek olan bir rakama 2620’ye yükselterek mücadelesini yükseltmiş ve patron karşısında bir güç olarak kendini yeniden var etmiştir. Bu yükselişte esasen çalışma koşullarının çok ağır olması da etkili olmuştur. Yani baskının yarattığı etki bir tepki ile karşılanmış ve işçiler taraf belirlemek durumunda kalmışlardır. Bu mücadelenin sonucunda belediye ve diğer bazı özel sektör işçileri zam alabilmişlerdir. Bu mücadelede belki de en büyük pay Demiryolları İşçileri Sendikası’na aittir. Çünkü sendika profesyonel anlamda işçi mücadelesinin okulu haline gelmiş ve ön açıcı bir misyonu kendi üzerine doğal sürecin bir sonucu olarak yüklenmiştir.
- Dünya Savaşı Sonrası Batı Şeria’da İşçilerin Nicelik-Nitelik Durumu
Batı Şeria, Filistin’in toplam alanının %21.3’ü kadar bir alan kapsamaktadır. 1948 sonrasında Filistinli Arapların 1/3’ü kadarı burada yaşamaktadır. Endüstriyel gelişimi düşük düzeyde kalmış olan bu bölgenin iyi bir toprağı olmasına rağmen bu süreçte toprağın sadece 1/3’ü ekilmektedir. Batı Şeria’nın 1948’de 475.000 civarında bir nüfusa sahip olduğu tahmin edilmekte ise de 1948 sonrasında yaşanan göçle bu sayının 2-3 katına çıktığı ifade edilmektedir.
Böylesi bir demografi ve niteliksel özelliklere sahip olan Batı Şeria’da endüstri ve tarımsal yatırımın zayıf olması, değer taraftan emperyalizme bağımlılık ve Batı Şeria’nın Ürdün orijinli bir aile olan Haşimi ailesinin etki alanına bırakılmış olması bölgeyi oldukça gerileten etkenler arasında sayılabilir. Hüseyni ailesi ile Haşimi ailesi arasındaki çekişme bu bölgenin dışlanmasını da beraberinde getirmiştir. Haşimi ailesinin etkin olduğu süreç boyunca burada tarım ilkel koşullarda yapılmış, bölgeye has da olsa bir burjuvazi oluşamamış ve klasik feodal anlamda küçük köylülük ve bir küçük burjuvazinin yerinde sayması kaçınılmaz olmuştur.
Teknik, bilimsel ve idari meslek sahipleri genel nüfusa oranlanacak olunursa buradaki toplam payları ancak %8’i bulmaktadır. Bunların çoğu da devlet görevlisi olup ağırlıklı olarak öğretmen, idari ve yazı işlerindeki memurlar ile mühendis, doktor, eczacı ve avukat gibi mesleklere sahiptir. Bu bölgede endüstri işçileri oldukça az sayıdadır. Teknik bilgiye sahip işsizler, yatırım olmayışı nedeniyle dışarıya göç etmek zorunda kalmışlardır.
Batı Şeria’daki işgücü genel itibariyle inşaat ve tarım sektöründe istihdam edilmiştir. Sayısal olarak bu sektörlerdeki işçi sayısı toplamda 37.000 civarındadır. Bu da çalışan nüfusun %20’si civarına denk gelmekte olup Batı Şeria’da uygulanan yasalar örgütlenme önünde ciddi engeller teşkil etmiştir. Örneğin bir işletmede sendikal örgütlenme hakkının elde edilmesi için en az 20 işçinin çalışıyor olması gerekli olmuştur. Küçük üretimin yaygın olduğu bir bölge için bu hüküm oldukça büyük bir önem taşımaktadır. Kaldı ki tarım sektörü örgütlenme alanı dışında bırakılmıştır.
Ürdün’ün etki alanına bırakılmış olan Batı Şeria’da 1960 yılındaki toplam sendika sayısı 14’tür. Bu süreçte Ürdün’ün genelindeki sendika sayısı ise toplamda 44’tür. Bu sendikaların örgütlü oldukları alanlar ise çeşitlidir. Örnek olarak;
- İnşaat İşçileri Sendikası-Nablus
- Kudüs Belediye İşçileri Sendikası-Kudüs
- Seyahat Ve Uçak Büroları Çalışanları Sendikası-Kudüs
- Boya İşçileri Sendikası-Kudüs
- Lokanta Otel Ve Kıraathane İşçileri Sendikası-Kudüs
- Elektrik İşçileri Sendikası-Kudüs
- Tekstil İşçileri Sendikası-Halil
- İnşaat İşçileri Sendikası-Kudüs
- Seyahat Ve Uçak İşçileri Sendikası-Kudüs
- Demirci Ve Onarım İşçileri Sendikası-Halil
- Turistik Danışmanlar Sendikası-Kudüs, sayılabilir.
Sendikalar, Ürdün İşçi Sendikaları Konfederasyonu’na bağlı olup bu yapılanmanın merkezi Amman’dı. 1967’de Batı Şeria Siyonist işgal altına düştüğünde 9’u Kudüs’te, 8’i Nablus’ta olmak üzere toplam 17 sendika vardı. Sürekli baskı ve tutuklamalar karşısında konfederasyon, merkezini 1968 yılında Nablus’a taşımıştır.
Ayrıca üzerinde kısaca durulabilecek bir ayrıntı da; Gazze kesiminde yürütülen örgütsel çabanın Batı Şeria’ya göre daha geri kaldığıdır. 1967’ye kadar Filistin Arap İşçileri Cemiyetinin Gazze’de sadece bir şubesi vardır. İşgal nedeni ile şube bu tarihte feshedilmiş ve Suriye-Şamda Gazze işçilerini temsil etmeye devam etmiştir.
Sonuç
Başlarken de ifade edildiği üzere Ortadoğu üzerine konuşmak aslında ateşten gömlek giymek gibidir. Ama bundan da önemlisi o ateşten gömleği en başta Ortadoğuluların giydiğini söylemek bir zorunluluktur. Söz konusu bu olunca Ortadoğulular içinde Filistinliler ayrı ve özel bir yere sahiptirler. Çünkü Filistin; toprakları, kültürü, geçmişi ve geleceğiyle kısacası her yönüyle uzun yıllardır süren bir işgalle karşı karşıyadır. İşgal bir yana konulacak olursa asıl şaşılacak olan Filistinlilerin işgale karşı aynı zaman dilimini kapsayan bir karşı çıkışı ve direnişi yaşatmalarıdır.
Filistin topraklarında yürütülen işgali birkaç başlık altında toplamak gereklidir. Çünkü burada yaşanan sadece bir sınır ihtilafı ya da toprak işgali değildir. İşgal edilen her şeydir, işgal edilen Filistinlilerin gelecekleri ve hayalleridir. Bu bağlamda bir maddelendirme yapılacak olunursa;
- Toprak işgali
- Emeğin işgali
- Kültürün işgali
- Geleceğin işgali, arka arkaya sıralanabilir.
Filistin’in işgali özünde bir geleceksizleştirme hareketidir. Sadece bir Yahudi-Arap sorunu kesinlikle değildir. Bu nedenle Yahudiliğin Siyonizm demek olmadığını açık bir dille ifade etmek gereklidir. Bugün için Yahudiler arasında Siyonist fikirlerin büyük oranda yayılmış olması bu gerçekliği değiştirmez. Nazizm tüm Alman halkının bir saldırısı olarak kabul edilemeyecekse işgalin de Yahudi işgali olmadığını ifade etmek şarttır. Filistin’de yaşanan işgal Siyonist bir işgaldir. Siyonizm de kapitalist emperyalizmin bir taşeron düşüncesinden başka bir şey değildir. Nasıl ki emperyalist idealler var oldukça bağımsızlık mücadelesi daha da büyüyerek geliştiyse, Siyonist işgal varlığını sürdürdükçe Filistin’in “Özgürlük Ellerimizdedir” şeklinde ifade edilen direniş şiarı da güçlenerek Siyonist düşünceyi yeryüzünden silmek için mücadelesini büyütecektir.
Kuşkusuz ki bu mücadele içerisindeki işçi-emekçi hareketi de işgal altında bir ömür süren toprakların ulusal bağımsızlık mücadelesine bir yönüyle bağlı olacaktır. Çünkü toprakların kültürün ve geleceğin tutsak olduğu bir yerde özgürlük söz konusu olamayacaktır. Bu nedenle işçi-emekçi hareketinin ulusal bağımsızlık talebi olmaksızın Filistin topraklarında ya da işgal altındaki herhangi bir coğrafyada varlığını sürdürmesi mümkün olamaz. Filistin’deki durum da budur.
Filistin’de elinde taşla tanklara direnen çocuğun kalbiyle, elinde çapa toprağını işleyen köylünün ve yaşamı nasırlı elleriyle kuran işçinin kalbi aynı şey için atmaktadır:
Özgür Filistin!
Hüseyin Hizmetçi
[1] Bu yazıdaki bilgiler ağırlıklı olarak Filistin İşçi Hareketi isimli kitaptan aktarılmıştır. Esat Sakar (Filistin araştırma Merkezi), Filistin İşçi Hareketi-İngiliz Mandacılığı Döneminden 1980’e Kadar, İstanbul 1991, Pele sor Yayınları, Çeviren: Dr: Omar Muhebiş