Uluslararası toplum Filistin ekonomisinin geliştirilmesinden bahsetmeyi seviyor, ancak onlara güvenliğin önce geldiğini hatırlatmak gerekiyor. Bugün, uluslararası düzeyde dikkat, müdahale ve korumayı gerektiren, Filistin halkının güvenliğidir
Ramallah’ta yaşamak bu dönemde moda bir eğilim olarak görülür ve bir düzeyde, görece lüks bir yaşamı temsil eder. Restoranlar ve kafeler tıklım tıklımdır, hafta sonları kulüp organizasyonları ve partiler düzenlenir ve şehirde spor ve kültür faaliyetleri, sanat galerileri ve konserler görülür.
Ancak bu varsayım, yani hayatın siz Ramallah’ın içinde olduğunuz müddetçe iyi olduğu varsayımı her zaman gerçekliği yansıtmaz. İsrail güçleri şehirde düzenli olarak baskınlar düzenler, gecenin yarısında bir mahalleye girer, bir evin veya binanın tamamını ele geçirir ve kimi almaya gelmişlerse onunla birlikte şafak sökerken ayrılır.
Bu hafta, Noel yaklaşırken, İsrail bir mahalleyi istila etmekle kalmadı, bütün şehri askeri kuşatma altına aldı; Ramallah’ın bütün giriş ve çıkış yolları bloke edildi, memurların şehrin dışındaki evlerine gitmesi imkansız hale getirildi. Pek çok kişi yolu geri dönme riskine girerken, yolunu bulan pek çok başka kişi silahlı yerleşimcilerin saldırısına uğradı.
Perşembe günü (13 Aralık) öğlen saatlerinde, çatışma çözümleme dersleri verdiğimiz Arap Amerikan Üniversitesi’ndeki ofisimde, çocuklarımın okulundan gelen ve ailelerinden çocuklarını erken almaların isteyen bir acil çağrı aldım. İsrail güçleri -hem üniformalı askerler hem de gizli birimler- şehrin kalbinde, ana caddelerde, hatta bazı binaların içindeydi. Elbette oradaki varlıkları, halka korku ve panik yaşatıyordu.
En sonunda çocuklarımın okuluna vardığımda, en büyük çocuğumun kardeşlerinin elini tuttuğunu, beni bekleyen öğretmenlerin yanında durduğunu gördüm.
Oğlum (Sari): Geç kaldın! Öteki anne-babalar senden önce geldi!
Ben: Endişelenme, seni korumak için buradayım!
Sari: Ne demek istiyorsun? Beni nasıl koruyacaksın? İsrail’in silahlı güçleri Ramallah’ın her yerinde – şehri istila ettiklerini duydum.
Üç çocuğuma sarıldım ve onlar şunları söyledim: “Ağlamanıza lüzum yok. Filistin’de güçlü, dirençli ve korkusuz olmanız gerekir. Biz işgal altında yaşıyoruz. İsrailliler topraklarımızı işgal ettiler ama cesaret ve azmimizi ele geçiremediler.”
Daha sonra çocuklarıma ne dediğimi tekrar düşününce, sözlerim bana tümüyle bağlamın dışına çıkmış, gerçekçi ve adil olmaktan uzak göründü.
Şehrin boş caddelerinde arabayla eve giderken, yollar İsrail silahlı güçleriyle, salt kol güçlerini kullanarak işgalcinin karşısına çıkmak için ailelerinden habersiz okuldan kaçan Filistinli gençler arasındaki çatışmalardan kalan taşlar ve lastiklerle doluydu.
***
Son günlerde silahlı İsrailli yerleşimciler Filistin köylerine saldırdı, evlere girip ateş açtı, otoyollarda protestolar düzenledi, Filistinli sürücülere saldırdı ve Batı Şeria’yı Başkan Abbas’a suikast çağrısı yapan afişlerle donattı.
Dünya halen barış sürecinden ve iki devletli çözümden bahsederken, sahada yalnızca bir egemen devlet var. Bu devlet, yani İsrail, bu toprağın tamamı üzerinde tam denetime sahip ve 1948’de ele geçirilen ve 1967’de ele geçirilip geçmişteki barış süreçlerinde Filistin bölgeleri olarak tanımlanan topraklar arasında hiçbir fark bulunmuyor.
Uluslararası toplum Filistin ekonomisinin geliştirilmesinden bahsetmeyi seviyor, ancak onlara güvenliğin önce geldiğini hatırlatmak gerekiyor. Bugün, uluslararası düzeyde dikkat, müdahale ve korumayı gerektiren, Filistin halkının güvenliğidir.
Ramallah’ta okullar tatil edildi. Kreşlerde yapılacak Noel kutlamaları iptal edildi. Üniversiteler kapalı. Pek çok restoran ve mağaza kapalı. Filistin’de, bir insan ne kadar ayrıcalıklı olursa olsun, günün sonunda halen işgal altındadır.
Cumartesi günü (15 Aralık) aşırı derecede fazla sayıdaki İsrail askeri Ramallah’taki El-Amari mülteci kampını istila etti, sakinlerini okul sınıflarına ve bir futbol sahasına sığınmaya zorladı ve Ümmü Nasır’ın dört katlı evini yıktı. Ümmü Nasır’ın oğullarından biri, İslam Ebu Hamid, bu yılın başlarında Ramallah’a düzenlenen bir başka baskın esnasında bir evin çatısından taş atarak bir İsrail askerini öldürmekle suçlanıyor.
İsrail, fiillerine cezasız kalarak devam edebileceğinin güvenini yaşıyor. Uluslararası toplum her zamanki gibi sessiz ve bu, “İsrail’in kendisini savunma hakkı var” anlamına geliyor. Ancak eğer dünya, sivillere karşı toplu cezalandırma şeklinde tezahür ettiğinde bile işgalcilerin kendilerini savunma hakkını tanıyorsa, neden Filistin halkının kendisini savunma hakkını kabul etmiyor?
Filistin Yönetimi’nin eli-kolu, çeşitli güvenlik koordinasyonu anlaşmaları nedeniyle bağlı. Bu anlaşmaların her gün -İsrailliler tarafından- ihlal edildiğini kabul etmenin zamanı geldi. İsrail müfrezeleri Ramallah’ı istila ederken, bir gün Filistin güvenlik güçleri gerçekten Filistinlilerin evlerini ve Filistinli sivilleri korumaya karar verirse kimse şaşırmamalı.
[972mag.com’da 16 Aralık’ta yayımlanan İngilizce orijinalinden Selim Sezer tarafından bdsturkiye.org için çevrilmiştir.]