Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) Basın Bürosu, yoldaş Halid Barakat ile özellikle direnişin mevcut kriziyle Trump döneminde ABD emperyalizmi, Arap gericiliği ve Siyonizm ittifakının ortaya koyduğu tehlike dolayısıyla, Filistin davasındaki son gelişmelerin değerlendirildiği bir söyleşi gerçekleştirdi. Barakat, FHKC’nin, Filistin Kurtuluş Örgütü’nden (FKÖ) çekilmeyi “ciddi manada” tartıştığını söyledi
Sizce bugün Donald Trump yönetimindeki ABD’nin, Arap ve Filistin düzeylerinde rolü nedir?
Bilhassa Filistin’le ilişkisinden başlayacağım. Trump yönetimindeki ABD, “yüzyılın anlaşması” ya da Trump’ın pek çok kez atfettiği şekliyle “büyük anlaşma” veya “büyük pazarlık” olarak adlandırdığı şeyi dayatabileceğine inanıyor. ABD’nin bu inancının sebebi ise Ebu Mazen (Mahmud Abbas) hakimiyetindeki geleneksel Filistin liderliğinin topyekun teslimiyetiyle Gazze ve başka yerlerdeki Filistinlilerin vahim sosyo-ekonomik durumudur.
Bunun asıl anlamı, kısaca, gerçek bir bağımsızlığın yerine Filistinli kapitalistlerin sözde ‘özerk yönetimin’ kabulü karşılığında kendi dar çıkarlarını güvenceye almasıdır. ABD bunu aynı zamanda, parçalanmış, kanlı ve kirli savaşlarda kanı çekilmiş, karmaşa halindeki bir Arap dünyasında da yürütebileceğine inanıyor. Bugün, kavganın yönünü Filistin’in kurtuluşundan İran’a karşı mücadeleye çevirmeyi hedeflemekle kalmayıp İsrail ile resmen aynı kampta yer alıp açıkça iş tutan, İsrail ve Arap gerici rejimlerinden oluşan bir kamp var.
FHKC, Filistin halkının düşmanı olan kampı daima şu güçler olarak tanımlamıştır: ABD ve Batı emperyalizmi, Siyonizm, Arap gerici rejimleri ve İsrail. Bugün de olay aynı, bu kampa katılan Filistinli kesimin eklenmesiyle tabii. Henüz Arap rejimleri ile İsrail arasında kamuya açık ilişkiler yokken dahi, Mısır ve Ürdün’ü bir kenara bırakırsak, mesele buydu. Bugün İsrail ile normalleşme, Suudi resmi gazetesi El-Riyad’da gördüğümüz üzere, Filistin direnişini ‘terörist’ olarak yaftalama boyutuna varacak kadar yoğunlaşmıştır. Bu bir pozisyon değişikliği değil aslında, bu pozisyonların kamuya açıklığı ve barizliği ile halk yığınlarına anlatımı konusundaki bir değişim. Bugün, örneğin, İsrail ile Mısır arasındaki ilişki, ortaklık ve danışıklıktan çıkarak Mısır’ın bütünüyle İsrail’in pozisyonunun ve buyruklarının takipçisi oluşuna dönmüştür. Akdeniz’deki doğalgaz anlaşmalarının yetki alanı da dahil olmak üzere, Ürdün, İsrail ve bazı Arap Körfez ülkeleri arasındaki ilişkilere baktığımızda bu yine geçerli. Ek olarak, bugün Filistin direnişinin bir krizine tanık olmaktayız ve bu gerçek hakkında dürüst olmalıyız.
“FİLİSTİN DİRENİŞİ TÜM FİLİSTİNLİLERİN SESİNİ YANSITMALI”
Bugün Filistin direnişindeki krizin nasıl tasvir edildiğini düşünüyorsunuz?
İlk olarak, Filistin direnişinin bugüne kadar birleşik ulusal bir cephesi olmadı. Bugünkü haliyle Ebu Mazen liderliğindeki FKÖ’nün bu birleşik ulusal cepheyi temsil ettiğini iddia edemeyiz ve FKÖ’deki başlıca güçler olmayınca Hamas’ı da Filistin direnişinin tek meşru temsilcisi sayamayız.
Emperyalizmle, sömürgecilikle, yerleşimci sömürgeciliğiyle, işgalle ve apartheid ile savaşan tüm ulusal kurtuluş hareketlerinin verdiği temel ders, birleşik ulusal bir cephenin gerekliliğidir. Bu, birleşik ulusal liderlikle aynı şey değildir. Bunlardan ikincisi, zaten birleşik ulusal cephenin bir ürünüdür ve onun yerini doldurmaz veya almaz.
Krizin ikinci göstergesi, Filistinli kurumlarının içindeki kaostur ve bu kaos, Oslo dönemi ve anlaşmalarının imal ettiği bir üründür. Filistin direnişi, faydasız müzakerelerin çizgisine ve yoluna alternatif üretebilmek için özellikle yoksulluklarına rağmen mücadele edenler ve mülteci kamplarında yaşayanlar olmak üzere, Filistin halk sınıflarıyla, yani Filistinlilerin yüzde 99’u ile ittifak yapacak açık bir siyasi programa sahip olmak zorundadır.
Son olarak, kendimizi; ‘fraksiyonların’ dışında kalan pek çok oluşumu ve Filistin mücadelesinin tüm biçimlerini kapsayan yeni bir ‘direniş’ terimini anlamaya zorlamalıyız. Her şey bir yana, bunlar zaten var ve sağlamlar çünkü bunlar, Şili’den Ayn el-Hilve’ye ve Gazze’ye kadar uzanmakta olan Filistin halkının direnişinin ta kendisi. Filistin direnişi sadece belirli bir alandakilerin değil, her yerdeki Filistinlilerin seslerini yansıtmalı. Ve Filistin direnişi, tüm Filistinli kesimlerin, özellikle de gençliğin ve kadınların ön saflarda, direnişin önderliğinde bulunmasına müsait. Bunlar kısaca Filistin’in krizini temsil eden başlıca zorluklar.
FKÖ ve Filistin temsiliyetinin krizi ne durumda?
FKÖ, yalnızca Filistin burjuvazisinin programını temsil eden bir grup tarafından rehin alınmış durumda. Arap dünyasında ve uluslararası arenada FKÖ’yü Filistin halkının tek meşru temsilcisi olarak adlandırdıkları vakit bu halkın tarihsel kazanımlarını istismar ediyorlar. Tarihi, ‘Filistin devleti’ isimli kapitalist projeye hizmet etmek adına kullanıyor ve manipüle ediyorlar. Biçimi kullanıp, FKÖ’nün özü olan içeriği katlediyorlar. Bu proje kurtuluş ve geri dönüş için verilen Filistin ulusal mücadelesini temsil etmiyor. FKÖ meşruiyetini nereden alıyor? 1974’ten beri kullanmakta olduğu tanınmış olmasından. Bugün bu tanınma sadece Mahmud Abbas ve onun sözde ‘Filistin liderliği’ kanadının kontrolü altında. Ötesi, bunun kararı FKÖ tarafından da alınmadı, Filistin Yönetimi tarafından alındı. Bugün gerçek karar vasfı onlarda, yani Filistin Yönetimi’nin ellerindedir, hiçbir şekilde gerçek anlamıyla FKÖ’de değil.
İşte bu nedenle Cephe, Filistin Yönetimi ile FKÖ’nün liderliğini ve onların giderek tırmanan teslimiyet programlarını ve de Filistin davasının altını oyuşlarının üzerini daha fazla örtmemek adına tüm kurumlarından çekilmeyi ciddi manada tartışmaktadır.
İşte bizim bahsettiğimiz temsiliyet krizi budur. Kim Filistin halkını temsil ediyor? FKÖ mü, Filistin Yönetimi mi yoksa soyut anlamda Filistin direnişi mi? Evet, birleşik ulusal cephe ihtiyacı içerisindeyiz ancak bu, mevcut liderliğin himayesi altında mümkün değildir. Bugün, daima ‘ulusal birliğe’ öncelik veren yoldaşlarımız da dahil olmak üzere Cephe’nin tüm üyelerinin ve kadrolarının kanaati budur.
“DİASPORANIN FİLİSTİN ÜZERİNDEKİ ROLÜ CANLANDIRILMALI”
Son dönemde Filistin Ulusal Konseyi’nin toplantıya çağrılması hakkında bazı tartışmalar oldu. Filistin Yasama Konseyi’nde durum nedir?
Cephe’nin bu konuya ilişkin pozisyonu, geçen yıl merkez komitesi tarafından çıkarılan bildiri ile oldukça açık şekilde belli edilmiştir. Bu da Cephe’nin, işgal himayesi altında hiçbir Filistin Ulusal Konseyi toplantısına katılmaması demektir. Bu adım, tüm halkımızı birleştirmeye yönelik bir adım olmalı. Filistin’in dışında gerçekleştirilmeli. Şatat’ı (1948 Nakba ile göç edip dünyanın farklı yerlerine dağılanlar, Filistin diasporası) ve diasporanın Filistin üzerindeki rolünü canlandırmalı. Özgür ve şeffaf bir bağlamda Filistin halkının himayesinde gerçekleşmeli, Arap rejimlerinin veya güvenlik servislerinin himayesinde değil.
Evet, bugün Filistin sağı, Ramallah’ta sahte bir Filistin Ulusal Konseyi’ni toplamak için yeni girişimlerde bulunuyor. Biz belirli kotalar üzerinden toplanmış bir konsey istemiyoruz, onun yerine demokratik seçimler ve mutabakat üzerinden; Filistin toplumunun ve Filistin ulusal hareketinin STK’laştırılarak rehin alınan gücünü Filistin halk kuruluşlarına ve sendikalara geri verip onları canlandıracak bir kongre istiyoruz.
Filistin Ulusal Konseyi’ni dahi tasfiye edip yerine ‘Filistin parlamentosu’ denen bir şey yaratma girişimlerinin olduğu yönünde haberler var. Bu, sadece aynı krizi başka isimler ve başlıklar altında yeniden üretir. Bu durum elbette ki tehlikeli, çünkü Batı Şeria’nın bazı bölgelerindeki katılımı, Gazze’deki Filistinlileri, Kudüs’tekileri ya da bırakalım Filistin halkının çoğunluğunu oluşturan sürgündeki Filistinlileri ve diasporayı, 48 Toprakları’ndaki Filistinlilerin katılımını dahi kısıtlıyor. Bu, Filistinli kapitalist sınıfın rolünün ve önceliklerinin bir yansımasıdır. Ayrıca, Filistinli kapitalistlerin, Ürdün ve İsrail arasındaki Kızıldeniz-Ölüdeniz su projesi gibi normalleşme projelerinin ‘kırıntılarını’ elde etmekte olduğunu görüyoruz. Başka bir deyişle, başka isim, ama -sadece daha tehlikelisi olması dışında- aynı oyun.
“HAMAS’IN KATAR VE TÜRKİYE İLE İTTİFAKINA DAİR TEREDDÜTLERİMİZ VAR”
Cephe’nin diğer Filistinli siyasi güçlerle ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Cephe, Filistinli güçlerle ilişkilerini, bu güçlerin geri dönüş hakkını takibine, Filistin’in kurtuluşuna ve son olarak koşulsuz şartsız ifade özgürlüğü ile sosyal ve demokratik değerler dahil olmak üzere, bireysel ya da kolektif, Filistin halkının tüm haklarına saygı duyulmasına göre belirler.
Cephe, Hamas’ın yeni seçilmiş olan lideri İsmail Haniye’nin son konuşmasına katılmakta ve FHKC ile Hamas arasındaki güçlü ilişkiden açıkça bahsettiği bu konuşmayı olumlu bulmaktadır. Ancak biliyoruz ki bu, Filistin’in ulusal hakları ve silahlı mücadeleyi savunmak yönündeki politik vizyonun iki parti arasındaki önemli ortak paydalar olmasıyla ilgilidir. Cephe, Hamas’ın bazı konumlanışlarına yönelik eleştirilerini, 1967 sınırlarına sahip bir Filistin devletinin kabul edilmesi bağlamında onlara iletmiştir. Bizce bu mesele bir çıkmaz sokağa varmıştır ve Filistin’de kullandığımız bir terimle, “millet Hac’dan dönerken Mekke’ye gitmeye” benzemektedir.
Ayrıca Cephe’nin, Hamas’ın Katar ve Türkiye ile ittifak yapmaya dair bazı politikalarına ilişkin tereddütleri vardır. Hamas ile tereddütlerimiz üzerine açık bir tartışmamız olduğu gibi Cephe, ister sosyal ister politik olsun, Gazze’deki halkımıza karşı baskının tüm biçimlerini reddetmektedir. Bu diyaloglarımızın olumlu sonuçlarını gördük. Aynı zamanda mali destek önceliğinin Gazze’nin yoksul sınıflarına gitmesi gerektiğini yani çiftçileri, balıkçıları ve işçileri kastederek Gazze’nin kararlılığını bugüne dek sağlama almış olan üretici sektörlerin güçlendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu üç işkolu herhangi bir ‘iyi yönetim’ için öncelik olmak zorunda. Zekat paralarının bu insanlara gitmesini istiyoruz, özel sektöre değil.
Hamas’ın da, Cephe’nin, özellikle FKÖ konusunda ve Cephe’nin, Yemen ve Suriye meseleleri gibi, ‘adaletsiz’ olarak gördüğü duruşlarına karşı tereddütleri var. Biz, Yemen’e yönelik ABD ve Suudi saldırganlığına karşı güçlü bir duruş sergilememiz gerektiğine inanmaktayken, Hamas sessizliğini koruyor.
El-Fetih ile ilişkilere gelince, kesinlikle en dip noktasında. El-Fetih Filistin halkının birleşmesine dönük sorumluluklarını üstlenmekte başarısız oldu. Kendilerini Mahmud Abbas’ın programının kuluçka makinesi ve savunucusu yerine koydular. El-Fetih’in Batı Şeria’daki Filistin Yönetimi’nin partisi olmasını anlıyoruz. Dar çıkarlar adına doğrudan Filistin Yönetimi’nden faydalanıyorlar ama tek bir grubun diğer tüm Filistinli kuruluşlar, örgütler, kaynaklar, yönetim ve temsil üzerinde hakimiyet kurmasını kabul edemeyiz. Daha da önemlisi, El-Fetih içindeki kriz, bugün Filistin ulusal hareketinin bütününü etkiliyor. El-Fetih’in içinde çok sayıda farklı kuvvet var ve hepsi de “El-Fetih’in sesi” olduğunu iddia ediyor. Bazen kiminle konuşacağımızı ve El-Fetih’i aslında kimin temsil ettiğini dahi bilemiyoruz. FKÖ içindeki ilişkilerimiz de bir çarpışma halinde. Bugün İsrail hapishanesinde olan Halide Cerrar yoldaş, işgal güçlerince alıkonulmadan sadece haftalar evvel Filistin Yönetimi’nin lideriyle çatışmıştı. Halide Cerrar’a bu yapılanlar üzerine El-Fetih’ten sessizlikten başka bir şey duymadık. Aynısı, benzer şekilde Filistin Yönetimi liderinin çekiştiği Ömer Şehade için de geçerli. Cephe’nin İslami Cihad ve diğer Filistinli politik güçlerle ilişkileri ise genelde güçlü ve olumlu.
“FİLİSTİN DİASPORASI TARİHSEL BİR SORUMLULUĞA SAHİP”
Cephe bugün diasporadaki Filistinlilerin rolünü nasıl değerlendiriyor?
Bugün diasporadaki Filistin hareketi, kurtuluş ve geri dönüş yolunda halkımıza önderlik etmek konusunda tarihsel bir sorumluluğa sahip. Diasporadaki Filistinliler fazlasıyla kuvvete, güce, olanağa ve potansiyele sahip ama ne yazık ki bunlar dışa vurulamıyor ve tüm boyutlarıyla değerlendirilemiyor. Oysa bu, yalnızca katılımla mümkün olabilir. Sürgündeki Filistinlilerin bir kere daha devrimi başlatmaları için sihirli bir formül yok. Aslında tek seçenek, coğrafi olarak nerede olduklarından bağımsız olarak, Filistinlilerin bir arada durup gözlerini ana hedefe dikmeleri. Gözleri, silahları ve dikkatleri tamamen Filistin’in üzerinde olmalı. Bu da demek oluyor ki halk birlikteliklerini ve örgütlerimizi bazı bölgelerde sıfırdan bile olsa yeniden kurmalıyız.
Ek olarak, hâlâ ilkelerine, ufuklarına, geri dönüş ve kurtuluş hedeflerine tümüyle inanıp sıkı sıkıya bağlı kalan genç kuşak ile Filistinli kadınların olağanüstü potansiyeline, harekete önderlik edebilmeleri adına inanmalıyız. Diasporada yaşayan Filistinlilerin hayatında epey siyasi, sosyal ve ekonomik değişiklik oldu. Suriye’deki savaş, Gazze’ye saldırlar ve abluka ile Lübnan’daki Filistinlilerin vahim sosyal ve ekonomik koşulları, Filistinlileri bir kere daha göçe ve yer değiştirmeye zorladı. Ve pek çok Filistinlinin varış noktası olarak Avrupa’ya gittiğini görüyoruz, özellikle de Almanya’ya. Bugün Avrupa’daki tüm Filistinlilerin görevi Siyonist hareketle hesaplaşan stratejik bir rol oynamak ve mülteci kamplarında yoksulluk ve ötekileştirilme etkisinde yaşayan Filistinlileri desteklemektir ki bu durum, Avrupa ülkelerindeki ırkçılığın da karşısına çıkmayı kapsar.
Aynı zamanda Ürdün’deki halkımızın katılımı için kapılarımızı açabildiğimiz kadar açmalıyız. Milyonlarca Filistinlinin Ürdün’de yaşadığı ve Filistin’e sadece bir saatlik mesafede oldukları gerçeğini unutmamalıyız. Bu Filistinliler, kimlikleriyle övünç duyduklarını belirtme, kendi ulusal davalarına katılma ve Ürdün ulusal hareketinin yanında, demokrasi ve Filistin’in kurtuluşu için mücadele etme haklarına sahip.
Lübnan’daki halkımıza ilişkin görevler de var. Lübnan’daki Filistinlilerin mülteci kamplarında son derece kötü koşullarda yaşadığı iyi bilinen bir gerçek. Bazı durumlarda kampları kuşatılmış halde, dışlanmış ve marjinalleştirilmişler. Lübnan’daki Filistinliler arasında derin bir tecrit edilmişlik duygusu var ve en önemlisi, Lübnan hükümetinin Filistinlileri 70’ten fazla meslekte çalışmaktan alıkoyan adaletsiz ve ırkçı yasalarıyla karşı karşıyalar.
Her Filistinli topluluğun faklı şartlar altında ve belirli meselelerle uğrayarak yaşadığını anlıyoruz. Ama bunların hepsi, onların ulusal hakları, insan hakları ve medeni hakları için Filistin mücadelesi yolunda bağlanıyor. ABD’de ve Kanada’da yaşayan halkımız ve genç nesillerin mücadeleye katıldıklarını, kampüslerde ve apartheid karşıtı harekette veya BDS hareketinde yer almakta olduklarını biliyoruz, bunların meyve vereceğini de. Bugün gerçekleşen bu mücadeleler bazen ıssızlıkta haykırıyormuş gibi gelebilir. Ama tecrübe ve kazanımların birikiminde hasat edilecek olanlar, bu mücadelelerdir.
Bu Filistinli halk birlikteliklerinin her biri, içinde mücadele verdikleri toplulukların hareketleriyle ilişkilerini güçlendirmeli. Yani Kuzey Amerika’da Siyah Özgürlük Hareketi’yle, yerli halkların mücadelesiyle, yoksul ve emekçi sınıfların hareketleriyle, ırkçılık, emperyalizm ve kapitalizm karşıtı mücadelelerle ilişkilerimizi kuvvetlendirmeliyiz. Lübnan’da komünist hareketle, ilerici hareketle ve Direniş’le ilişkilerimizi güçlendirmeliyiz. Avrupa’da Suriyeli, Faslı ve Cezayirliler dahil olmak üzere tüm Arap toplulukları ve ezilen topluluklarla birlikte ırkçılığa ve kemer sıkmalara karşı duran mücadelelerle ilişkilerimizi kuvvetlendirmeliyiz. Latin Amerika’da ABD emperyalizmine karşı çıkan mücadelelerin bir parçası olup, saldırıların ve sömürünün yeni biçimlerine karşı mücadelede halk sınıflarıyla birlikte durmalıyız. Birlikte mücadele etmeliyiz ve en önemlisi; tüm bunları sorumluluk, alçakgönüllülük, söz konusu hareketlerin bütünüyle bir parçası, gerçek katılımcıları ve partnerleri olduğumuz perspektifiyle yapmalıyız.
Diasporadaki Filistinli halkımızın karakteristik özelliklerinden biri de, işgal altındaki halkımızla kıyasla genel olarak daha fazla hareket özgürlüğüne sahip olmalarıdır. İkinci avantajları dünyada ne kadar dil varsa o kadar dilde dünyayla iletişim kurmaktır. Üçüncüsü ise halkımızın çoğu, kendi toplumlarına entegre olmuş ve bu toplumların önemli rol oynayan bir parçasına dönüşmüşlerdir. Mesela Şili, halkımızın sadece Filistin için değil aynı zamanda bugün yaşamakta oldukları toplumlarda da ilerici bir rol oynadıklarına örnektir.
“SİLAHLI BİR FİLİSTİNLİNİN FEDAİDEN POLİSE DÖNÜŞÜMÜ TEHLİKELİ”
Bugün neden Filistin silahlı mücadelesinde bir tırmanış gözlemleyemiyoruz?
Dürüst bir cevap olarak bu, direnişin krizinin bir göstergesidir. Açıkçası, Filistinli örgütlerin payına düşenler yeterince yerine getirilmiyor. Olumlu öğeler gözlemliyoruz, bilhassa Gazze’de ve oradaki güç birikiminde, ancak silahlı mücadele Filistin halkının tamamı için bir haktır, yakın gelecekte ve uzun vadede Filistinlilerin savunmadan çıkıp taarruza geçeceğine tanık olacağımızdan şüphem yok.
Ancak bu, askeri kararlardan ziyade pek çok siyasi kararı gerektiriyor. Elinizde silah bulundurabilirsiniz ama siyasi iradeniz yoksa bu silah faydasızdır. Eğer siyasi netliğe sahip değilseniz bu silah tehlikelidir. Eğer başka bir yolu seçerseniz, bu silah, Oslo süreci altında inşa edilen güvenlik teşkilatlarında görüldüğü üzere kendi halkımıza karşı kullanılabilir. Silahlı bir Filistinlinin bir fedaiden polis memuruna dönüşümü tehlikelidir.
Ama aynı zamanda silahlı mücadeleyi kavganın yaratıcı bir aracı olarak düşünmeliyiz, her ne kadar daha büyük ve kadar iyi silahlanmış sömürgeci bir gücün karşısında, bazen taşı gediğine oturtmak önemli olsa da, sırf bunun için yapılan bir şey olarak düşünmemeliyiz. Mücadelenin siyasi hedefleri olmalı; aydınlar ve hareket içinde eğitilmiş savaşçılarca yürütülmeli. Ve hareketlerin her seviyesinde yer alan Filistinlilerin koşullarıyla bağlantılı olmalı. Ayrıca mücadele, Filistin’in kendi içinin yanı sıra, tüm Filistin sınırlarında Ürdün, Suriye ve Lübnan boyunca var olmalı.
Bunlar önemli sorunlar, ancak şimdiye dek bu sorunları tartışıp tayin edecek gerçek bir Filistinli arena ve forum olmadı. Bu da Filistin direnişinin krizinin bir başka belirtisidir.
[pflp.ps’de yer alan 7 Ağustos 2017 tarihli İngilizce orijinalinden Devin Asya Açıkelli tarafından bdsturkiye.org için çevrilmiştir.]