Filistin direnişinin son 14 yılının en yakın tanıkları ve en yakın gözleri “Activestills” kolektifi üyesi fotoğrafçılar. Fotomuhabirliği ya da en geniş tanımıyla fotoğrafçılığı direnişin bir parçası haline getiren Activestills kolektifi üyelerinden Ahmad Al-Bazz, Gamze Yılmazel ve Erhan Demirtaş’ın sorularını yanıtladı. Bu söyleşi, gazeteciliği “tarafsız ve objektif” olarak gören liberal anlayışın takipçilerini memnun etmeyeceği gibi, direniş ve devrimci şiddetin yerine mağduriyeti kadrajının içine almayı tercih eden fotoğrafçıları da rahatsız edecek. Direnişin farklı noktalarında kameralarıyla yer alan fotoğrafçı dostlarımıza ise bir perspektif sunacak
Activestills kolektifi, 2005 yılında, fotoğrafın sosyal ve politik değişim için bir araç olduğu inancı etrafında birleşen bir grup belgesel fotoğrafçısı tarafından kuruldu. Fotoğrafçılar, gündüz Filistinlilerin eylemlerini kaydedip geceleri İsrail’in birçok şehrinde –gizlice– sokak sergileri açarak bu görüntüleri kamusal mekânların içinde görünür hale getirdiler. Kendilerini her türlü baskı, ırkçılık ve ayrımcılığa karşı uluslararası ve yerel mücadelenin bir parçası olarak gören kolektif üyeleri, yerel olarak Filistin’de/İsrail’de ve yurt dışında faaliyet gösteren İsrailli, Filistinli ve uluslararası fotoğrafçılardan oluşuyor. Activestills, kadın hakları, LGBTQİ hakları, hayvan hakları, göçmenler ve sığınmacılar ve diğer özgürlük ve eşitlik mücadeleleri gibi çeşitli konuları da görünür kılmak için fotoğraf projeleri yürütüyor.
Yedi yıl önce kolektife katılan Ahmad Al-Bazz ile Filistin direnişini, fotoğrafın bu direnişin neresinde yer aldığını ve bir aktivizm biçimi olarak foto-muhabirliği konuştuk. Al-Bazz, “Devamlı olarak Filistinli karakterlerin acı çekmesini ve mağdur edilmesini görüntülemek gibi bir amacımız yok. Filistinli aktivist bir karakteri takip edip onu bir “politik özne” olarak ele almaya çalışıyoruz” diyor.
“Fotoğraflarımız politik amaçlara hizmet ediyor”
Topluluğunuzun adına ve paylaştığınız fotoğraflara baktığımızda belgesel fotoğrafçılığın yanında aktivist rolü de üstlenmeye çalıştığınızı görüyoruz. Adınız tam olarak neyi tanımlıyor?
Ahmad Al-Bazz: Evet, bu izleniminiz doğru. Yaptığımız şeyi “aktivist fotoğrafçılık” olarak tanımlıyoruz. Bu, üyelerimizin çoğunun hem aktivist hem fotoğrafçı olduğu anlamına geliyor. Filistin-İsrail sorunu konusunda aynı politik yaklaşıma sahip bir grubuz ve aynı alete sahibiz: fotoğraf makinesine. Bu ise Activestills’in fotoğrafı politik amaçlara hizmet etmeye adadığı anlamına geliyor. Gazeteci olan üyelerimiz de var, onlar da bu işi “aktivizm adına” yapıyorlar, tabii profesyonel bir düzeyde. Activestills ismi iki kelimenin bir araya gelmesiyle oluşuyor: activist (aktivist) + still (fotoğraf).
14 yıl önce bu topluluğu kurduğunuzu biliyoruz. Nasıl bir araya geldiniz? Kolektifi kurma amacınız neydi?
Kolektif 2005 yılında oluşturulmuş. O zamanlar İsrail duvarının inşasına karşı Batı Şeria’nın bazı köylerinde, çiftçiler tarafından başlatılan yeni bir Filistinli direnişi dalgası vardı. En geniş eylemlerden biri Bilin adlı köyde yaşandı. Orada haftalık eylemleri belgelerken İsrailli ve uluslararası 5 aktivist-fotoğrafçı şans eseri tanışmışlar, kolektif olarak çalışmaya karar vermişler ve daha sonra Activestills’in temeli oluşturulmuş. Bu dönem sosyal medya döneminden önceydi. Dolayısıyla fotoğrafçılar, gündüz Filistinlilerin eylemlerini kaydedip geceleri İsrail’in birçok şehrinde –gizlice– sokak sergileri açarlarmış. Çünkü Activestills fotoğrafçıları o zamanlar eylemlerin İsrail’in ana akım medyası tarafından yeterince ele alınmadığına inanıyorlarmış. Kolektif üyeleri zaman içinde çalışmalarını Bilin köyündeki hikâyenin ötesine taşıyıp ülkedeki başka sorunları da işlemeye karar vermişler. Daha sonra yeni üyeleri de kabul ettiler. Yanılmıyorsam Activestills, şu ana kadar Filistin/İsrail bölgesindeki tek politik belgesel fotoğrafçılık grubu.
Kolektif üyesi birçok fotoğrafçı var. Yanılmıyorsam bunların içinde Müslüman Araplar, Hristiyan Araplar, Filistinliler de var. Ama İsrailli fotoğrafçılar da topluluğunuzun üyesi. Bu fotoğrafçılar nasıl bir araya geldi? Biraz bu hikâyeden bahseder misiniz?
Kolektifin Filistinli, uluslararası ve İsrailli üyeleri mevcut, bu doğru. Bizi bir araya getiren, Filistin-İsrail sorununa yönelik politik yaklaşımımızın aynı olması ve fotoğrafın politik inançlarımıza hizmet eden bir araç olması.
Yerel ve uluslararası açıdan en karmaşık sorunlardan biri Filistin-İsrail işbirliği. Bunu vurgulamadan önce genellikle BDS Hareketi tarafından öne çıkarılan “normalleşme” teriminden bahsetmek istiyorum. (Bu bağlantıya bakabilirsiniz: http://pacbi.org/etemplate.php?id=1749)
“İsrail’e Akademik ve Kültürel Boykot İçin Filistin Kampanyası (PACBI)” normalleşmeyi Filistinli ve Arap bağlamında “Filistin’de veya dünya çapında, İsrail işgalinin ve Filistinli halka yönelik her çeşit ayrımcılık ve baskıya karşı hedef olan direnişi ve ifşayı öne çıkarmadan Filistinlileri (ve/veya Arapları) ve İsraillileri (insanları veya kurumları) bir araya getirmeyi (örtülü veya açık şekilde) hedefleyen herhangi bir proje, girişim veya etkinliğe katılım” olarak tanımlıyor.[1] Bu tanım Filistin Boykot, Yatırımların Geri Çekilmesi ve Yaptırımlar Ulusal Komitesi (BNC) tarafından destekleniyor.
“İşgal altındaki Batı Şeria’da (Doğu Kudüs dahil) ve Gazze’de yaşayan Filistinliler için İsraillilerle birlikte yapılan ve direniş esasına dayalı olmayan her proje, ilişkileri normalleştirmeye hizmet eder. Biz bu direniş çerçevesini, Filistinli halkın temel haklarının tanınmasına ve çeşitli yollarla işgalin sonlanmasına ek olarak İsrail’deki Filistin vatandaşlarına eşit haklar verilmesi ve Filistinli mültecilerin dönüşü için teşvik ve savunma sağlanarak Filistinlilere yönelik tüm baskılara karşı direnmeye adanmışlık olarak tanımlıyoruz – bu birlikte direniş olarak da isimlendirilebilir.”[2] Aksini yapmak sıradan ilişkilerin, İsrail’in Filistinli halka karşı sürekli işlediği suçlardan bağımsız olarak var olmasının önünü açıyor. Bu, rehaveti besliyor ve sömürgeci baskının getirdiği açıkça anormal olan duruma dair yanlış ve zarar verici bir izlenim yaratıyor.
“Şu an çağrısını yapmamız gereken dekolonizasyondur”
Biz Activestills olarak kendimizi bu standartlara adadık, onlara inanıyoruz. Bizi bir araya getiren bu ülkedeki yerleşimci-sömürgeci projeye karşı fiilen yapılan çalışmalardır. Bunun dışında herhangi bir işbirliği benim açımdan asla kabul edilemez. Örneğin sanat, spor ve hatta barış diyalogları konusunda herhangi bir işbirliği kabul edilemez. Bu çok katı duyuluyorsa şu basit soruyu yönelteceğim: Örnek olarak Güney Afrika’daki ırkçı (apartheid) ve sömürgeci sistem devam ederken sömürgeciyi ve sömürülenin birlikte çalışmalarını isteyebilir miydik? Kesinlikle, doğal cevap hayır. Neden? Çünkü farklı kesimlerin diyaloğu ve işbirliği yalnızca dekolonizasyon ve apartheid sona erdikten sonra geldi. Öncesindeki her şey, süregelen baskıcı sistemde sömürgeci ile sömürülen arasındaki ilişkileri “normalleştirmeye” hizmet ederdi. Bu nedenle Filistin/İsrail durumunda, güncel sömürgeci sistemde “birlikte direniş”, İsrailliler ve Filistinliler arasında kabul edilebilir tek ortak çalışmadır. “Birlikte var oluş” ve “barış”, var olan sömürgeci sistemin altında geçerli çağrılar değildir. Şu an çağrısını yapmamız gereken dekolonizasyondur.
Burada, Filistinli mücadelesinde partnerim olarak gördüğüm çok az sayıda “anti-siyonist İsrailli aktivist” olduğunu söylemem gerekir. Birkaç yüz veya birkaç bin kişi olabilirler, bilmiyorum, ama oldukça az.
Fotoğraf üreten kolektif üyelerinizin profesyonel olarak fotoğrafçı olduğunu söylemek mümkün mü? Farklı meslek gruplarına mensup fotoğrafçılar mısınız?
Activestills bir haber ajansı değil, bir sivil toplum kuruluşu değil ve henüz bir yere kayıtlı da değil. Aynı politik görüşleri paylaşan ve aynı aracı kullanan basit bir grup olarak kalmayı tercih ettik. Bütün üyelerimiz tam zamanlı/kısmi zamanlı işlerde çalışarak hayatlarını sürdürüyorlar, çoğunlukla medya alanında. Activestills çalışmaları genellikle boş zamanlarımızda yapılıyor fakat çokça boş zaman oluyor.
“Kolektif, kamusal söylemde genellikle eksik kalan veya medya tarafından yanıltıcı biçimde sunulan sorunlar konusunda toplum algısını şekillendirmek ve farkındalığı artırmak adına görüntülerin gücüne inanır.” Kendinizi tanıtırken böyle bir tanımlama yapıyorsunuz. Sizce fotoğrafın ve belgelemenin bu süreçte böyle bir gücü var mı? Siz üretiminizin bu anlamda toplumda karşılığını alabiliyor musunuz?
Medya alanında hemen bir değişim beklemiyoruz. Şahsen ben bir fotoğraf veya videoyu internette paylaşmamın ardından her şeyde büyük bir değişiklik olmasını beklemiyorum, işler böyle yürümüyor. Biz çalışmalarımızı, burada Filistin/İsrail bölgesinde yaşananlara dair dikkat çekmek ve farkındalık yaratmak (farkındalık da görecelidir) için harcanan kolektif emeğin küçük bir parçası olarak değerlendiriyoruz. Sorunun farkında olmanın, harekete geçmenin ilk adımı olduğuna inanıyoruz. Bana kalırsa, en azından bir kişiyi burada olanlarla ilgili her hafta biraz daha araştırma yapmaya yönlendirebiliyorsam bu büyük bir başarıdır.
İnanıyoruz ki birikim, bir gün insanların beklediği değişimi sağlayacak.
Filistin’de ve Ortadoğu’da uzun yıllardır süregelen bir savaş var. Özellikle İsrail devletinin yarım asırdan fazladır Filistin topraklarındaki işgali dünyanın gündeminde ve doğal olarak dünya basını da zaman zaman bu savaşı kayıt altına alıyor. Ancak bu savaşı görüntüleyen Filistinli ya da Ortadoğulu olsa da bu fotoğrafları servis eden Avrupa ve ABD merkezli ajanslar ve haber kanalları. Siz servis edilen fotoğrafların sunulma biçimini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben bu ülkede yaşananları hiçbir şekilde “savaş” olarak nitelendirmiyorum. Bu, Filistinli nüfusa yönelik şiddet çeşitlerini içeren yerleşimci-sömürgeci bir projedir.
Bence ajanslar sadece “ham materyal” sunarlar. Bu fotoğraflar veya videolar, medya tarafından herhangi bir bağlama yerleştirilebilir. Örneğin bir fotoğraf hem El Cezire hem de CNN’in internet sitelerinde yayınlanabilir fakat ikisi farklı gündemlere hizmet eder. Burada şundan da bahsetmek istiyorum; biz yalnızca tekli fotoğraflar değil aynı zamanda düzenli foto-hikâyeler de üretiyoruz ve bunlar 972 Magazine, Electronic Intifada gibi partnerimiz olan internet sitelerinde yayınlanıyor.
“Mağduriyeti değil direnişi gösteriyoruz”
Fotoğraflarınızı incelediğimizde mağduriyetten ziyade direnen bir kitleyi/halkı görüyoruz. Sizin göstermek istediğiniz gerçek bu mu? Çünkü uluslararası basın genel olarak direniş yerine mağduriyet ve yıkımı gösterme taraftarı.
Çok iyi bir gözlem, bu doğru. “Çatışma pornosu” (conflict pornography) olarak isimlendirilen şeyi yapmıyoruz. Devamlı olarak Filistinli karakterlerin acı çekmesini ve mağdur edilmesini görüntülemek gibi bir amacımız yok. Filistinli aktivist bir karakteri takip edip onu bir “politik özne” olarak ele almaya çalışıyoruz. Her şeyi bir bağlama yerleştirdiğinizde saklanacak bir şey kalmıyor.
Filistin/İsrail’deki sömürgeci bağlamı anlayan insanlar taş atan ve savaşan bir Filistinlinin fotoğrafını nasıl analiz edeceklerini bilirler. Onlar hiçbir zaman sömürülen birinin sömürgeciye çiçek vermesini beklemezler.
Filistin ve İsrail arasındaki bu savaşta basın kartı ve “güvencesi” olsa bile onlarca gazeteci hayatını kaybetti. Siz güvenliğinizi nasıl sağlıyorsunuz? Fotoğraf çekerken nasıl bir ortamla karşılaştığınızı anlatır mısınız?
A- Biz bunun bir “çatışma” olduğunu düşünmüyoruz.
B- Aslında bu tam olarak “Filistin” ve “İsrail” arasında değil. Filistinli/İsrailli, tek bir şeydir, tek bedendir. “İki ülke” arasında eşit bir savaş değildir.
Bugünlerde, Batı Şeria’da veya 1948’lerin bölgesinde hayatınızı kaybetme olasılığınız oldukça düşük. Durum artık o kadar kanlı değil. Ancak, her yıl gazetecilerin öldüğü Gazze Şeridi’nde işler çok daha farklı ve dehşet verici. Yaşadığım yer olan Batı Şeria’da İsrailli askerler genelde bir fotoğrafçı veya gazeteci olarak “ayrıcalıklı” olmanızla ilgilenmiyorlar ve kalabalığın arasında bir gazeteci veya doktor olmasına bakmadan rastgele ateş ediyorlar. Burada İsrail ordusunun basınla savaşıp bu bölgede yaptığı şeyleri saklamaya çalıştığını kast etmiyorum, asla. Şahsen ben buna inanmıyorum. Bu ülkedeki her şey ele alındı ve ortaya çıkarıldı. Tonlarca yayın organı ve uluslararası örgüt var ve Suriye ve Irak örneklerinin aksine, bu ülkede küçük boyutlarına da bağlı olarak “izole uzak alan” kavramı yok. Bu sadece gazeteci veya doktor olmasından bağımsız olarak Filistinli insana saygı duymama meselesi.
Askerler, yayın yaptığınız alanı (bu eviniz de olabilir!) “kapalı askeri alan” ilan edip yayın alanınızı 5 dakikada sonlandırabilirler. Orayı terk etmezseniz tutuklanabilirsiniz. Ben, geçerli bir basın kartım olmasına rağmen şu ana kadar yayın bölgesine giderken kontrol noktalarında 3 kere gözaltına alındım.
Şunu söylemeliyim ki ben bir Filistinli fotoğrafçı olarak Batı Şeria’nın belirli kısımlarına (tüm ülkenin yaklaşık yüzde 18’i) gidip yayın yapabiliyorken İsrailli fotoğrafçılar/muhabirler, Gazze Şeridi –ve Batı Şeria’nın özel izinler gerektiren ‘A’ bölgesi– hariç neredeyse tamamında (tüm ülkenin yüzde 85’inden fazlası) yayın yapabiliyorlar. Fakat sizin gibi uluslararası gazeteciler ülkenin yüzde 100’ünde yayın yapabilirler (Gazze Şeridi için özel izin gerekiyor). Activestills’de bütün bu kimlik çeşitlerine sahip insanlar olduğu için şanslıyız, bu şekilde ülkenin tamamında yayın yapabiliyoruz. Bu asla basit değil.
“Salt fotomuhabirlik yapmıyoruz”
Dünya literatüründe gazeteciliğin/foto muhabirliğin tarafsız ve objektif olması gerektiği söylenir. Ancak siz “bir tarafta” yer alıyorsunuz. Bir bakıma sizin tutumunuz bu ezberi bozan bir anlayış ortaya koyuyor. Hem direnişin ortasında olmak hem de ondan taraf olmak, bir yandan da onu belgelemek sizi duygusal olarak nasıl etkiliyor?
Daha önce de bahsettiğim gibi yaptığımız şeyi salt fotomuhabirlik olarak nitelendirmiyoruz, “aktivist fotoğrafçılık” demeyi tercih ediyoruz. Her iki çalışma şeklinin de kendi standartları ve kriterleri olduğuna inanıyorum. Bu noktada en önemli şey yaptığınız iş konusunda açık ve dürüst olmak. Hiçbir zaman aktivizm yapıp gazetecilik adı altında ön yargılı olmayın. Sitemizdeki “Hakkımızda” bölümüne baktığınızda izleyici kitlemiz ve nerede durduğumuz konusunda gayet açık olduğumuzu görebilirsiniz.
Kolektif yapıda çalışan bir topluluksunuz. Maddi sorunların altından nasıl kalkıyorsunuz?
Daha önce de bahsettiğim gibi bizi bir sivil toplum kuruluşu değiliz ve herhangi bir yerde kayıtlı değiliz. Bir ofisimiz veya yıllık maddi sorumluluklarımız yok, sadece internet sitemizin maliyeti var. Tüm üyelerimiz başka yerlerde tam zamanlı veya kısmi zamanlı işlerde çalıştığı için maaş da yok.
Düşük maliyetlerle, arşivimize erişimi olan ve düzenli olarak fotoğraflarımızı kullanan medya kuruluşlarının “aboneliği” üzerinden aldığımız ödemelerle hayatta kalıyoruz. Ayrıca bazı yayın organları için düzenli olarak fotoğraf hikâyeleri üretiyoruz, bu da ayrı bir gelir kaynağı. Yaptığımız işe inanan ve bizi destekleyen birçok arkadaşımızdan ve rastgele örgütlerden hibeler ve bağışlar da alıyoruz.
Bütçemizi; ulaşım, internet sitesi ve zaman zaman yaptığımız çevrimiçi ve çevrimdışı etkinliklerin (örneğin sergiler) giderleri için kullanıyoruz.
Yarattığımız bu sürdürülebilir modelden çok memnunuz. 2005’ten 2019’a… Uzun bir süre. Bütün üyelerimiz bu işi güçlü bir inanca dayalı olarak yapıyorlar, dolayısıyla kişisel çıkarlar gözetmiyoruz.
Kendi acılarına bakanlar
Çektiğiniz fotoğrafları daha geniş bir kitleye ulaştırmak için ne tür çalışmalar yapıyorsunuz?
Tabii ki sosyal medyayı kullanmak, yerel sokak sergileri, uluslararası sergiler, uluslararası etkinliklere katılmak, bilinen çevrimiçi platformlarda yayınlar yapmak. Ayrıca, çalışmalarımızın çoğu bireysel olarak değil “activestills.org” olarak paylaşılıyor.
Photography As Protest In Palestine/Israel [Filistin/İsrail’de Protesto Olarak Fotoğraf] adlı kitabınız belgesel fotoğrafçılığın yanı sıra görsel sanatların da özgün bir ürünü olarak nitelendiriliyor. Siz fotoğrafın sanatsal yönü konusunda ne düşünüyorsunuz?
Bu sorunun cevabı üyelerimiz arasında değişiklik gösterebilir. Benim açımdan baktığımızda ben sanat alanına çok uzağım ve fotoğrafa, belgelemeye olan tutkum üzerinden yaklaşıyorum. Bunun sebebi üniversitede gazetecilik ve kitle iletişim üzerine eğitim almış olmam olabilir.
Susan Sontag, “Başkalarının Acısına Bakmak” adlı kitabında şu ana kadar yaşanan savaşları bize gösteren fotoğrafçıların genel olarak dışarıdan bir göz olduğunu aktardı. Bu yüzden de zaman zaman bu fotoğrafların etkisinin azaldığını söyledi. Siz kendi acınızı kendi gözünüzden dışarıya aktarıyorsunuz. Sizin çektiklerinizi gören Filistinliler kendi acılarını ve direnişlerini gördüklerinde neler hissediyorlar? Fotoğraflarınız bu anlamda nasıl bir etki yaratıyor?
Dürüst olmam gerekirse, 2019 yılındayız ve Filistin toplumunun durumu eskisinden çok farklı. Yazarak açıklamanın çok zor olduğu bazı karışık sebeplere bağlı olarak insanların önceliği bu “mücadele” değil, daha ziyade sessiz bir yaşamı garantilemek ve aylık temel ihtiyaçları karşılamak. Çok şeye tanık oldular. Bu -en az- 1948’den beri süregelen çok uzun bir hikâye.
Buna bağlı olarak medya mesajları artık eskisi kadar etkili değil. Fakat yine de bir etki yarattığını söyleyebiliriz. Kesinlikle var olan sisteme karşı savaşan bir Filistinli karakterin gurur duymasını sağlar.
Dipnotlar:
[1] Arapçadan çevrilmiştir.
[2] http://www.pacbi.org/etemplate.php?id=1673
[Bu söyleşi Gamze Yılmazel ve Erhan Demirtaş tarafından Sendika.Org için yapılmıştır.]