İsrail’in Golan Tepeleri üzerindeki iddialarının arkasında ne var? – Zena Agha

İsrail bölgenin su kaynaklarına sahip olmak istiyor

1981 yılında İsrail, uyguladığı hukuk ve yönetimi, 1967’deki Altı Gün Savaşı’nda ele geçirdiği Golan Tepeleri’ni de içine alacak şekilde genişletti. Bu adım, tek taraflı bir ilhak düzeyine vardı. Altı ay boyunca bölgenin büyük ölçüde Suriyeli Araplardan oluşan sakinleri protestolar gerçekleştirdi. Ancak uluslararası toplumun yavan çıkışları da, Birleşmiş Milletler’in hoşnutsuzluğu da İsrail’in bölgede yerleşim birimleri, kibbutz’lar, şarap imalathaneleri ve hatta bölgenin derinliklerinde bir kayak merkezi inşa etmesini durduramadı. Sonuç olarak bölge, her ne kadar küçük olsa da, stratejik açıdan önem taşıyor: Şam’ın batısına yalnızca 31 mil uzaklıkta bulunan Golan Tepeleri, Güney Lübnan’ı, İsrail’in kuzeyini ve Güney Suriye’nin önemli bir bölümünü yukarıdan görüyor.

İsrail şimdi bir adım daha ileriye gitti ve ABD Başkanı Donald Trump’a bağlı yönetimden, Golan Tepeleri’ni resmen İsrail toprağı olarak tanımasını istedi. ABD’nin Aralık 2017’de Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdığı ve İran’la varılan nükleer anlaşmasından çekildiği düşünüldüğünde, İsrail’in muhafazakâr hükümetinin içinde bulunulan anın avantajlı olduğunu düşünmek için haklı sebepleri var. Nitekim İsrail, Temmuz ayında gerçekleşen ve yüzsüzce “ABD-İsrail İlişkilerinde Yeni Bir Ufuk: Kudüs’te Bir Amerikan Büyükelçiliğinden İsrail’in Golan Tepeleri Üzerindeki Hakimiyetinin Potansiyel Olarak Tanınmasına” başlığı verilen bir alt komite oturumunun da gösterdiği gibi, Golan’ın tanınmasını Kudüs deklarasyonunun doğal bir uzantısı olarak görüyor.

Şu ana kadar Trump yönetimi yanıt olarak karışık sinyaller gönderdi. Eylül ayı başlarında ABD’nin İsrail Büyükelçisi David Friedman, “Dürüst olmak gerekirse, Golan Tepeleri’nin sonsuza kadar İsrail’in parçası olmadığı bir durum tahayyül edemiyorum” şeklinde konuştu. Fakat bundan yalnızca bir ay kadar önce Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, tanıma “tartışması olmadığını” söylemişti.

Washington’un mesele hakkında vereceği kararın kapsamlı yansımaları olabilir. Her ne kadar ABD’nin işgal altındaki Golan Tepeleri’ni tanımasının uluslararası hukuki geçerliliği olmayacak olsa da, böyle bir adım bölgesel istikrarı tehdit edecek ve İsrail’in işgal altındaki topraklar üzerindeki güçlü kontrolünü daha da sağlamlaştıracaktır. Ancak jeopolitik içerimlerin ve bölgesel güvenlik meselesinin bile ötesinde, daha temel bir mesele söz konusudur: Golan Tepeleri, bol miktarda doğal kaynağa –özellikle suya– sahiptir ve bölgenin işgal edilmesi, son birkaç on yılda İsrail için paha biçilmez bir değer sağlamıştır. Geri kalan her şeyin üzerinde, İsrail’in kaynak güvenliği hakkındaki kaygıları, onun ABD’nin Golan Tepeleri’ni kendi toprağı olarak tanımasını istemesinin arkasındaki itici güçtür.

Su savaşları

Son yıllarda Golan, özellikle Suriye’de yedi yıldır devam eden kanlı iç savaş bağlamında, uluslararası manşetlerde yer buldu. Savaş dönemsel olarak Golan’a sıçradı; İsrail bu bölgede Temmuz ayında bir Suriye uçağını, Eylül ayında da iddialara göre bir Rus uçağını düşürdü. Büyükelçi Friedman ve ABD’nin eski İsrail büyükelçisi Daniel Kurtzer gibi, Golan’ın İsrail’in elinde kalmasını isteyenler, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, İran, Hizbullah ve IŞİD de dahil olmak üzere, bütün savaşan tarafların farklı biçimlerde İsrail için bir varoluşsal tehdit meydana getirdiğini, bu yüzden de Golan Tepeleri’nin nefsi müdafaa için bir tampon bölge olması gerektiğini ileri sürüyorlar. George W. Bush döneminde Ulusal Güvenlik Konseyi üyeliği yapmış olan Michael Doran, aynı kaygıları ifade ederek, şu soruyu sordu: “Uluslararası barışa ve istikrara en fazla katkı yapacak bir Suriye nasıl olur? Bu soruyla gerçek anlamda ilgilenen herkesin varacağı sonuç, Golan Tepeleri’nin İsrail’in elinde kalması gerektiği olmalıdır.”

Friedman, Kurtzer, Doran ve bu şekilde tutum alan diğer kişiler, İsrail’in güvenliğine bölgenin geri kalanının güvenliği karşısında öncelik veriyor ve 1967 yılında Golan’da İsrail işgali başladığı zaman zorla çıkarılan ya da yer değiştiren 130 bin Suriyeliyi, yahut çoğu Dürzi mezhebinden olmak üzere, geride kalmış ve sayıları 26 bin olarak tahmin edilen Suriyelilere yapılan muameleyi dikkate almıyor.

Bugün İsrail, komşu Suriye’deki kargaşayı Golan’ın değerli su kaynakları üzerindeki egemenlik iddialarını güçlendirmek için bir bahane olarak kullanıyor. Golan Tepeleri, iki ana su sistemine erişim sağlıyor: Ürdün Nehri ve batıdaki kolları ile, güneydeki Taberiye Gölü ve Yermuk Nehri’nin su toplama havzaları. Golan’da aynı zamanda iki yüzden fazla pınar ve çok sayıda dere bulunuyor ve İsrail bunların çoğuna, yerleşimcilerin kullanımına yönelik hazneler olarak el koymuş durumda. 1984 yılından beri İsrail, Suriye’nin yeraltı su tabakalarına erişim sağlamak için en az sekiz derin kuyu kazdı. Bu kuyular toplamda 2,6 milyar galondan fazla su çıkarıyor ve bu sular sınırsız erişim için İsrail yerleşim birimlerine pompalanıyor.

Bugün İsrail’in su kaynaklarının üçte birden fazlası Golan Tepeleri’nden geliyor. Bölge, olağanüstü derecede verimli. 1968 gibi erken bir tarihten itibaren İsrail, Golan’ın su kaynaklarına erişim imkanını yalnızca kendisine veren 120 sayılı askeri emirden başlayarak bir dizi yasa çıkardı. Bu yasalardan biri, araziye sahip olmanın, arazinin üzerindeki ya da altındaki suya da sahip olma hakkını sağlamadığı hükmünü getiriyordu. Bu türden yasalar, yaşamlarını sürdürmek için tarıma bel bağlayan yerel Arap çiftçiler üzerinde oldukça zararlı etkiler getirdi. Kaynağı kendi çiftlikleri olan suya erişimlerini kaybeden Arap çiftçiler, bunun yerine, kendilerine yüksek fiyatlarla ve yalnızca düşük kotalar dahilinde su satan İsrail şirketlerinden su satın almak zorunda kaldı.

Golan, İsrail’in su üzerinde böyle bir kontrol sağladığı tek bölge değil. İşgal altındaki Filistin toprakları boyunca, İsrail’in su kaynakları üzerinde kurduğu hegemonya, Filistinliler için büyük bir su eşitsizliği sonucunu getirdi. Batı Şeria’daki yeraltı su tabakalarının yaklaşık yüzde 90’ı İsraillilere yöneltilirken, Filistinliler suyun yüzde 10’dan az bir kısmına erişebilir halde bırakıldı. Dahası İsrail’in Filistinlilerin su kaynaklarına el koyması öyle bir düzeyde ki, Batı Şeria’daki 599,901 İsrailli yerleşimci, aynı bölgedeki bütün Filistinli nüfusun – yaklaşık 2.86 milyon – kullandığından altı kat fazla su kullanıyor. Bu esnada Gazze’de bulunan suların yüzde 97’den fazlası beşeri tüketim için uygun değil ve bu, mide ve bağırsak iltihabı, ağır ishal, salmonella ve tifo gibi, su ve gıda kaynaklı çok ciddi hastalıklarda büyük bir artışa yol açıyor.

İsrail dünyada en fazla su sıkıntısı çeken on dokuzuncu ülke ve iklim değişikliğinin etkileri gerçekleştikçe durumun daha da kötüleşmesi muhtemel. Eski İsrail Başbakanı İzak Rabin, 1995 yılında “İsrail’in Suriye’yle müzakerelerde yüzleşmesi gereken en büyük tehlike, Golan Tepeleri’nin su kaynakları üzerindeki kontrolü kaybetme olasılığıdır” demişti. Su küresel siyasette ve piyasalarda giderek daha değerli bir meta haline gelirken ve halihazırda bölge için su savaşları öngörülürken, suyla bağlantılı meselelerin gelecekte İsrail ve Suriye arasında yürütülecek her türlü müzakerede merkezi bir noktada olacağı açıktır.

Tehlikeli bir adım

Golan’daki su kaynaklarını bolluğu, İsrail’in ileri sürdüğü, güvenliği için Golan Tepeleri’ne ihtiyaç duyduğu yönündeki iddiaların çekirdeğini ve tanınma taleplerinin temelini teşkil ediyor. Bu bölgeyi daimi olarak işgal etmek, İsrail’e kaynak güvenliği vaat ediyor: bu, kaynakların gitgide kıt hale geldiği bir gezegende, cezbedici bir olasılık. Golan Tepeleri’ndeki dev petrol miktarı hakkındaki birbiriyle çelişen haberler ise, meseleleri daha da karmaşık hale getiriyor. İsrail, bir bölgesel enerji tedarikçisi olarak rekabete girme hedefiyle, 2014 yılında keşif sondajı yaptı. Golan Tepeleri’nin yaklaşık üçte birini kaplayan bir alanda yürütülen sondaj çalışması, bölgedeki hassas ve çeşitlilik arz eden ekosistemi ve yeraltı sularının kalitesini doğrudan doğruya tehdit ediyor.

İsrail için tanıma, İsrail hükümetinin on yıllardan beri yaptığı gibi Golan’ın su kaynaklarını sömürmeye, orada yaşayan 26 bin Suriyelinin aleyhine olacak ve dış dünyadan tepki almayacak şekilde devam edecek olması demek. Suriyelilerin kaybetme olasılığı ise yüksek. Bölgedeki Suriyeliler yarım yüzyılın önemli bir bölümünde bir siyasi belirsizliğin içine sıkışıp kaldı ve bölgedeki İsrail hakimiyetinin tanınması, ailelerin yeniden birleşme ve Golan’a geri dönme umutlarını yıkacak. İsrail’in 1967 yılından beri uygulamakta olduğu aileleri ayırma politikası, insan haklarının ve uluslararası insani hukukun ihlalidir. Tanıma aynı zamanda bölgedeki güç dengesini belirgin şekilde değiştirecek, İsrail ve Suriye arasında barış olasılığını daha da azaltacaktır.

Altı aydan uzun zamandır, Amerikan Siyonist Örgütü’nün ulusal başkanı Morton Klein gibi güçlü İsrail yanlısı lobiciler ve İstihbarat Bakanı Yisrael Katz gibi İsrailli politika yapıcılar, Amerika Birleşik Devletleri’ne, İsrail’in Golan Tepeleri üzerindeki egemenliğini tanıması için baskı yapıyor.

Ancak ABD’nin bu talebe olumlu yanıt vermesi kaçınılmaz değil. Washington seçenekleri tartarken, politika yapıcıların güvenlik çıkarları bahsinin arkasında, İsrail’in işgal ettiği bölgenin doğal kaynaklarını kontrol etme yönünde daha derin bir arzunun yattığını hatırlaması faydalı olacaktır.

[Forein Affairs’te 1 Kasım’da yayımlanan İngilizce orijinalinden Selim Sezer tarafından bdsturkiye.org için çevrilmiştir.]