Yvonne Ridley
Şunu izah edemezsiniz: ifade özgürlüğü konusunda dünya lideri olmakla övünen bir ülke şimdi, sıradan yurttaşlarının başlattığı en güçlü boykot hareketlerinden birini yasakladı. Güçlü Boykot, Yatırımların Geri Çekilmesi ve Yaptırımlar (BDS) hareketinin bir mahkeme tarafından suçlu muamelesi gördüğü Fransa’da , “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” çığlıkları artık inandırıcı gelmemeye başlıyor.
Bu yalnızca, ifade özgürlüğünü kullanan insanlardan suçlular yaratmak isteyenler için bir zaferdir. Fransa’nın Filistinlileri destekleyen ve İsrail’in işgal altındaki Batı Şeria’daki ve Gazze Şeridi’ndeki ezilen halka karşı rutin ve cezadan muaf bir şekilde işlediği suçların aleyhinde konuşmaya cesaret eden herkese karşı yaptığı şey tam olarak budur.
İsrail, gaddar askeri işgali nedeniyle dünya çapındaki sıradan yurttaşların kalplerini ve zihinlerini kazanma konusunda sefil bir başarısızlığa uğradı, bu yüzden de şimdi BDS hareketini bastırmak için hükümetinin müttefiklerini kullanıyor. Bu müttefiklerden çoğunun yıllardan beri İran, Irak ve Rusya gibi ülkelere karşı yaptırımlar uygulaması, ancak yurttaşları İsrail’e karşı kendi ekonomik boykotunu hayat geçirdiği zaman bunu yanlış ve ahlakdışı olarak görmesi ironiktir. Fransa’da bunu yapmak şimdi yasadışı hale de gelmiştir.
Paris’teki Fransız Yargıtayı, Filistinlilerin yaptığı, İsrail Filistin halkını sömürgeleştirmeye ve mülksüzleştirmeye son verinceye kadar Boykot, Yatırımların Geri Çekilmesi ve Yaptırımlar (BDS) yönündeki çağrının meşruluğunu kabul etmeyi reddetti. Mahkeme bilakis, Siyonistlerin dillendirdiği, BDS’nin anti-Semitizmin bir biçimi olduğu şeklindeki iddiayı onayladı.
Fransız yüksek mahkemesi, 12 siyasi eylemciye Filistin’de on yıllardır devam eden askeri işgali sonlandırmanın bir aracı olarak İsrail’e karşı yaptırım ve boykotu savunma “suçu” nedeniyle verilen cezayı onayladı. Eylemciler bir süpermarkete, üzerinde “Yaşasın Filistin, İsrail’e boykot” yazan tişörtlerle girmiş ve kamuoyuna “İsrail ürünleri satın almanın Gazze’deki suçları meşrulaştırmak” olduğunu anlatan bildiriler dağıtmıştı.
Hüküm, hapis cezası veya 30 bin euro kadar para cezası uygulanmasını öngörüyor ve bu yılın başlarında Paris’te bir milyondan fazla kişinin ifade özgürlüğü hakkını savunmak için sokaklara dökülmesine tanık olan “Je Suis Charlie” kampanyasını pek çok kişinin gözünde gülünç duruma düşürüyor. İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun Paris’te ifade özgürlüğünü desteklediği varsayılan hükümet liderlerinin oluşturduğu gülünç geçit töreninin en önünde olduğu düşünüldüğünde, belki de en azından Fransa’da ifade özgürlüğünün Filistinliler için adalet isteyenleri kapsamaması şaşırtıcı değildir.
İskoçya Filistin’le Dayanışma Kampanyası’nın kurucularından Mick Napier, “BDS hareketi kuruluşundan beri, bir halk olarak Yahudilere değil, Yahudi etnik ve dini üstünlüğüne dayalı bir sisteme karşı olduğu konusunda yeterince açık olmuştur” dedi ve ekledi: “tıpkı Güney Afrika’daki beyazların üstünlüğüne karşı husumetin, orada veya başka bir yerde beyaz halkın kendisine karşı bir düşmanlık anlamına gelmemesi gibi.”
Kıdemli kampanyacı, dünya çapındaki BDS çalışmalarının, formel kuruluşundan bu yana geçen on yıl içinde büyüyerek, İsrail devletinin baskın şiddet yoluyla Filistinlilerin özgürlük umutlarını ebediyen ezebilme becerisine karşı bir meydan okumaya dönüştüğünü de ekledi ve, “BDS’ye karşı siyaset ve hükümet seçkinlerinden gelen çeşitli saldırılar, İsrail yanlısı kuvvetlerin zayıflığının göstergesidir, gücünün değil,” dedi.
Napier, Fransız yargıçlarının birkaç gün önce BDS’nin siyasi faaliyetlerini suç ilan ettiği Adalet Sarayı’na yalnızca 200 metre mesafedeki St. Michel Köprüsü üzerindeki küçük bir levhada “17 Ekim 1961’deki barışçıl gösterinin kanlı bir şekilde bastırılmasında hayatını kaybeden sayısız Cezayirlinin anısına” yazdığını hatırlattı ve devamında şunları söyledi: “Yüzlerce sömürge karşıtı gösterici Paris polisi tarafından işkenceden geçirildi ve öldürüldü, içlerinden çoğu da Seine nehrine atılarak boğuldu. Bugün BDS aleyhinde hüküm açıklayan yargıçlar, Fransız yurttaşlarla sömürge köleleri arasındaki dayanışma köprülerini yok etmeye yönelen eski bir geleneğin parçası olarak hareket etmişlerdir.”
Ünlü gazeteci Glenn Greenwald, Charlie Hebdo olayı sonrasında Paris’te düzenlenen “İfade Özgürlüğü” yürüyüşünü, bu yürüyüşe, yasaklanmış görüşleri ifade ettikleri için insanları hapseden, hatta öldüren pek çok dünya liderinin öncülük etmesi nedeniyle “sahtekârlık” olarak tanımlarken gayet haklıydı. “Yürüyüş, Batı’da ifade özgürlüğü haklarına en fazla düşman olan ülkelerden birinde gerçekleşti. Fransa bu yürüyüşü izleyen günlerde ifade ettikleri görüşler nedeniyle Müslümanları ve öteki İsrail karşıtı eylemcileri toplamak ve onlara baskı uygulamak suretiyle bunu gösterdi,” diyen Greenwald, Fransız filozof Emmanuel Todd tarafından bu yıl yayınlanan “büyük”, çok satan kitabın, bu yürüyüşlerin “yapmacık” olduğunu, ifade özgürlüğüyle ilgisi olmayan pek çok siyasi duygu – göçmen karşıtlığı, milliyetçilik, İslam karşıtı bağnazlık – tarafından yönlendirildiğini savunduğunu belirtti ve ekledi: “Fransa’nın en yüksek mahkemesinin aldığı ve temel ifade özgürlüğü haklarına doğrudan saldırı niteliği taşıyan [BDS karşıtı] karar, ülkenin ifade özgürlüğü nedeniyle övünmesinin saçmalığının güçlü bir şekilde altını çizdi.”
İsrail’in şimdi, büyüyen BDS hareketini kanundışı ilan etmek üzere devlet aygıtlarını ve yasaları kullanmaları için, ABD, Kanada ve Britanya da dahil olmak üzere öteki müttefiklerine baskı yapacağına dair kaygılar var. O halde bu tür adımları caydırma çabası olarak Fransa’nın bu kararını ifşa etmenin zamanı geldi de geçiyor. “Özgürlük, eşitlik ve kardeşlik”in hepsi de iyi ve güzel şeyler ama şimdi buna “ikiyüzlülük”ü de eklememiz ve Fransa’nın utanç içinde başını öne eğmesi gerekiyor.
İngilizce orijinalinden Filistin İçin İsrail’e Boykot Girişimi tarafından çevrilmiştir.