Bu yazı, Vijay Prashad tarafından BDS Türkiye’nin yeni açılan sitesi bdsturkiye.org için kaleme alınmıştır.
İsrail Filistin’i işgal ediyor. Cenevre Anlaşması’nı çiğneyerek işgal ettiği toprak üzerinde evler ve fabrikalar inşa ediyor. Boykot, Yatırımların Geri Çekilmesi, Yaptırımlar (BDS) dünyanın Filistin ülkesi üzerindeki yasadışı yerleşimlerle teması kesmesini talep eden bir hareket. BDS, kökleri hukuk devletinde bulunan bir halk hareketi. Eğer uluslararası hukuka inancınız varsa, BDS ilkelerine saygı göstermelisiniz.
Filistin’in işgalinden, İsrail içindeki Filistinlilerin haklarının ve diasporadaki Filistinlilerin ülkelerine dönüş hakkının inkârından çıkmanın bir yolu var mıdır? Bunun iki yolu var ama bu iki yol da İsrail’in ablukası altındadır.
Bunlardan birincisi, Tek Devletli Çözüm; İsraillilerle Filistinlilerin tek, çokuluslu bir devlette birlikte yaşamalarını önerir. 11 Aralık 1948’de çıkmış eski bir BM kararı, (194 sayılı karar), yurtlarına el koyulmuş olan Filistinlilerin “mümkün olan en yakın tarihte” evlerine dönme hakkına sahip olduklarını teyit eder. Çeşitli toplulukların birlikte yaşamının bir yolunu bulacakları ve halklar için (ama bir federasyon ama ortak egemenlik şeklinde) laik bir politik çözüm yaratılacağına dair ümit vardı. Öyle olmadı. Bugün, Siyonist Sağ İsrail’in Aşırı Merkez’i haline gelirken bu çözümü hayal etmek bile güç. İsrail’in bir Yahudi Devleti olduğu fikri Tek Devletli Çözüm’ü imkânsız hale getiriyor. İsrail’in Başbakanı Binyamin Netanyahu, tercih ettiği çözümün “bir Yahudi devletini, Yahudi halkının ulus-devletini tanıyan, silahsızlandırılmış bir Filistin” olduğunu söylemişti. Netanyahu’nun Adalet Bakanı Ayelet Şakid İsrail’i bir Yahudi Devleti’ne dönüştürecek yasa tasarılarının kahramanıdır. İsrail’in -tartışmaya hâkim olan- politik sınıfı bu etno-ulusal kimliği böyle bastırırken bir Tek Devlet şıkkı söz konusu değildir. Birleşmiş bir İsrail-Filistin’de Filistinlilerin tam vatandaşlık sahibi olmasına izin vermeyeceklerdir. Bunu çok açık biçimde ifade ettiler.
İkinci yol, daha ana akım olan çözüm, İki Devletli Çözüm, İsrail’in yanında bir Filistin devletinin yaratılmasını gerektirir. İki tarafın da, kavramsal olarak kabul ettikleri budur. Bunun temelinde, (1967’de çıkartılmış olan) 242 sayılı BM kararı ve (1973’te çıkartılmış olan) 338 sayılı BM kararı vardır. İki karar da İsrail güçlerinin Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Gazze’den çekilmesini gerektiriyor. Bu kararlar “mülteci sorununun adil çözümünü” ve Filistin’in egemenlik alanının garanti altına alınmasını gerektirir. Ariel Şaron’un 1977’deki Tarım Bakanlığı sırasında büyük bir seferberlikle başlayan ve resmi teşvikle süren yerleşim politikası İki Devletli Çözüm’ü geçersiz hale getirir. Yerleşimciler hükümeti egemenlikleri altına almışlardır. İsrail’in içinde, hafife alınmazlar. İki devletli bir çözümü veto etmişlerdir. Judea ve Samarya dedikleri yerleri birleştirmeye başladılar. Önce dilleri alanı ele geçirir. Ardından yerleşimler inşa etmeye başlarlar. Bu Filistinlilerin tepkisini kışkırtır. Ardından duvarlar, kontrol noktaları, buldozerler, Filistin hayatının imhası, aşağılanma gelir; bütün bunlar yaşam maliyetlerinin arttırılması ve Filistinlilerin kaçmaya karar vermelerine imkân yaratmak üzere tasarlanmıştır. Teju Cole, -Verso Books için derlemiş olduğum- Letters to Palestine’da (Filistin’e Mektuplar) bu süreci “soğuk şiddet” olarak tanımlar. “Yıllar ve onyıllar boyunca, insanları hayatın esasları konusunda derin bir muğlaklığa sürüklemek,” diye yazar, “bir soğuk şiddet biçimidir.” Burada, -bombalamaların yanında- gördüğümüz soğuk şiddet, yavaş şiddettir.
Filistin’e ne kalıyor? Eğer Larissa Sansour’un dokuz dakikalık filmi Nation Estate’i (2012) izlerseniz kendinizi Filistin olan bir binada bulursunuz, şehirleri (Ramallah, Kudüs) farklı katlardadır. Bu film bugün ve yarının Filistin’ini üzerine dikkat çekici bir bilim kurgu filmidir. Filistin bir sosyal konut kompleksidir. Özgürlük değildir. Sonsuz bir işgaldir. Bu futurizm değil bugünün özüdür.
İsrail Filistinlilerin barış ortağı olamadıklarını söyleyecektir. Ama gerçekler tam aksini gösterir. Bir çözüm seçeneklerinin çevresine bir duvar örmüş olan İsrail’in toplumsal ve politik dinamiğidir. İsrail, sınırlarını tanımlamayı reddediyor. Çünkü işgal ettiği halkın topraklarında, bu toprakları geri isteyen ve kolonyal iddialara sahip. Bu eğilim yenilgiye uğrayana kadar İsrail bir barış süreci için gerçekçi bir ortak olmayacak.
Filistinlilerin seçenekleri nelerdi? Birincisi, 1948’den itibaren Arap ordularının arkasına sığınmaktı. Bunun tatsız sonuçları oldu. İsrail ve Mısır arasında imzalanan 1978 Camp David Anlaşması bu stratejiye bir son verdi. Mısır ve sonra Ürdün, ardından Suriye orduları savaşmaktan kaçındı. İsrail’e Filistinliler karşısında ezici bir üstünlük sağladılar. Lübnan’ın 1978’den 2000’e kadar saldırı ve işgal altında olması İsrail’in Arap komşularının artık ciddi bir tehdit oluşturmamaları anlamına geliyordu. Ne Mısır, ne Ürdün, ne Suriye, ne de Lübnan. Arap ordularının yolu çıkmazdı. Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) bölgede güvenli bir sığınağı bulamamış ve Tunus’a gitmek zorunda kalmıştı.
İkinci strateji Filistinlilerin kendi kavgalarını kendilerinin vermesiydi. Filistin fraksiyonları 1960’ların sonundan 1980’lere kadar gerilla savaşı yoluna girdi. İsraillilerin -Batının desteklediği- sert intikamı Filistin direnişini etkisizleştirdi. Ulusun kendi kaderini tayin hakkını kazanma ümidini korusa da kendi gündemini dayatamadı. Halkın militanlığı ve gerilla savaşının bir aradalığı ön plana çıktığında, o kendi kaderini tayin ümidi iki intifada (1987 ve 2000) ateşledi. Ancak fazla bir kazanım olmadı. İkinci intifada 2005’te sonlanırken İsrailliler Filistinlilerin hayatlarını ve altyapıyı yok edebileceklerini göstermişti ama kendi kaderini tayin ümidini yok edemiyorlardı. Bu halk ayaklanmasından çok uzak olan FKÖ bu arada 1994’te, Edward Said’in terimiyle Filistinli Versay’ı yürütmek için Oslo’ya gitti. Hedeflerini teslim ettikleri sırada sokaklardaki halk aynı hedefleri pankartlarında yükseltiyordu. Bu sözde barış süreci halkı yatıştıramazdı. Yaşamak istiyorlardı. Hapishanelerinde yaşayamazlar. Hamas ve daha militan grupların çekiciliği burada. Hapishaneden bir çıkış sağlıyorlar.
İkinci İntifada’nın son günlerinde Filistinli eylemciler iki metin ortaya çıkarttı. Birincisi, Mahpuslar Belgesi bütün Filistinli fraksiyonları, kendi kaderini tayin siyasetini yenilemeye çağırıyordu. Bu belge -“1967’de işgal edilen bütün topraklar üzerinde”- başkenti Kudüs olan bağımsız bir Filistin yaratmak üzere bir Filistin mücadelesinin yeniden canlandırılmasını ümit ediyordu. Eski kurtuluş politikalarını canlandırmak ve Oslo’nun döküntülerinin dağıtılmasına dayanan etkisiz siyasetten vazgeçmek istiyordu. Bu belge Filistin siyasetinin başarısızlıklarını ciddi biçimde mahkum eder. Bu belgeyi kaleme alanların neredeyse bütün Filistinli fraksiyonlardan olduğu söylenir. Bu belgenin en önemli yazarlarından biri FKÖ’den Mervan Barguti’ydi. Barguti’ye Filistin’in Mandelası da denir. On üç yıldır hapiste. İsrail hapiste şiddetsizliğe yönelmiş bu insanları neden orada tutmaya devam eder? İsrail şiddetsizlik yanlısı liderleri hapse atıp sonra da Filistinlileri şiddete başvurmakla itham eder. Mervan Barguti, Halide Carrar, Şirin İsavi ve başkalarının serbest bırakılması Filistin siyasetinin geleceğinin temel bir unsurudur.
İkinci yol, yani Boykot, Yatırımların Geri Çekilmesi, Yaptırımlar (BDS) çağrısı uluslararası topluluğun, uluslararası insan hakları yasalarının gerektirdiği zorunluluklarını yerine getirmesini öneriyor. Eğer işgal Altındaki Filistin Toprağı üzerindeki yerleşimler yasadışıysa o zaman bu yerleşimlerde üretilen ürünler ve bu yerleşimleri destekleyen kurumlar boykot edilmelidir. O yüzden BDS uluslararası yasaya uyma çağrısıdır. Bu -İsrail hükümeti ne söylerse söylesin- yasadışı’nın aksidir.
BDS bir etki yaptı mı? İktisadi etki artık görülmeye başlanıyor. 30 Eylül 2015 tarihli bir Dünya Bankası raporu İsrail’den işgal altındaki Filistin Toprağı’na ithalatın neredeyse dörtte bir oranında düştüğünü söylüyor. Filistinlilerin İsrail ürünlerini boykot etmeleri İsrail’e en az 500 milyon dolar gelir kaybettirdi. Uluslararası hukuk konusunda ABD’den daha titiz olan Avrupa, boykotun genişlemesiyle ilgili gürültü çıkarttı. Bunun İsrail üzerinde 5 milyar dolarlık bir etkisi olması muhtemeldir. Mali etkinin yanında halkla ilişkiler fiyaskosu da var. BDS hareketi İsrail’in Batı Asya’daki mağdur taraf olduğuna dair anlatısını çökertti. Artık durum bu değil. Bu konudaki mutabakatta derin çatlaklar var. İsrail hükümetinin BDS’ye terörizmle eşdeğer bir muamele yapmasına şaşmamak gerek. Durumu açıklığa kavuşturmak adına yazayım, BDS, uluslararası hukuku savunan bütünüyle şiddetsiz bir harekettir.
Zaman Filistin’e iyi gelmedi. 1948 ve 1969 arasında, sömürgecilik karşıtı ulusal kurtuluş hareketlerinin büyük dalgası, 1947’de Hindistan/Pakistan’dan 1962’de Cezayir’e kadar ardı ardına zaferler yaşadı. 1960’ta, Birleşmiş Milletler Genel Meclisi’nden Sömürge Ülkeler ve Halklara Bağımsızlık Verilmesine Dair Bildiri geçti. BM ulusal kurtuluşu teşvik ediyordu. Buna uymayan iki ülke İsrail ve Güney Afrika’ydı. Özgürlük kazanmadılar. Güney Afrika 1948’de apartheid sistemini benimsedi ve aynı yıl İsrail Nakba (Büyük Felaket) ile Filistinlileri yurtlarından sürdü. Güney Afrika 1994’te, -toplum ve ekonomideki acılı bölünmeleri ortadan kaldırmak üzere- özgürlüğe doğru yeni, uzun yoluna koyuldu. Tam aynı zamanda, kötü bir zamanda Filistin liderliği, Güney Afrika’dan silinen Bantustan statüsünü kabul ederek İsraillilere teslim oldu. Nelson Mandela halkı tarafından alkışlanırken Filistinliler kahramanları Yaser Arafat’ın İsrail ve ABD liderleriyle -karşılığında çok az şey alarak- el sıkıştığını gördü. Her zaman geç kalan, her zaman yanlış zamanı seçen Filistin hâlâ kendi yoksunluğunu çekiyor. Yalnızca kısa bir süre sonra, eğer zaman izin verirse İnsanlığın rüyalarını düzgün biçimde uyandırabileceğiz; birbirimizin gözünde, ulus ve dil, toplumsal cinsiyet ve paranın hiyerarşileri olmadan eşit olacağız. İnsanlıkla aramızda uzun bir mesafe var. Arzuladığımız şey bu ama kolayca gelmesini bekleyemeyiz. Zayıf sesler insanlık çağrısı yapıyor; karşılıklı küçük ilişkiler bize insanlık deneyimini sunuyor. Tarih-öncesinde yaşıyoruz, insanlık öncesi tarihte. Biz halkız, evet ama büyük zorluklarla insan olacağız. O insanlık zamanı yakın değil. Onu ulaşmak gerek. Bu yolda bana katılır mısınız?
bdsturkiye.org