Dedem Nelson Mandela Apartheid’e karşı mücadele etmişti, ben de İsrail ile paralellikler görüyorum – Nkosi Zwelivelile(*)

Güney Afrika’daki Apartheid’e son verme mücadelesinde uluslararası basınç mücadelenin hayati bir unsuruydu. Bunun, İsrail’le ilgili de etkili olduğunu biliyoruz, bu devlet BDS’yi baltalamak için küresel bir kampanya yürütmeye devasa miktarlarda para harcadığına göre az buz bir etki de değil bu

Dedem Nelson Rolihlahla Mandela yaşasaydı bu yıl yüz yaşına ulaşacaktı. Dünya onun yüzüncü doğum yılını kutlamaya hazırlanıyor ve Güney Afrika’da onun liderliğinde verilen mücadelenin Apartheid’in sonunu getirmesi takdirle karşılanıyor. Benim ülkem uzun zaman önce ırkçı azınlığın iktidarından kurtuldu ama dünya Apartheid suçundan kurtulmuş değil.

Tıpkı benden önce Madiba and Desmond Tutu’nun işaret ettiği gibi, ben de İsrail’in Filistinlilere yönelik ırkçı yasaları ve politikalarıyla Güney Afrika’da Apartheid’in yapısı arasında ürkütücü benzerlikler görüyorum. Hatta birçok kişi, bazı açılardan İsrail’in baskı rejiminin daha bile kötü olduğunu düşünüyor.

Apartheid uluslararası hukukta “bir ırksal grubun bir diğerine sistematik baskı ve egemenliğinin kurumsallaşmış rejimi” olarak tanımlanıyor. Apartheid, baskı altındaki toplulukların haklarını ellerinden almak için, adaletsiz yasaların ayakta tuttuğu eşitsiz ırksal iktidar ilişkileridir.

Tarih, insan hakları ve uluslararası hukuku desteklemeyen iktidarları yargılayacaktır.

İsrail (ülkede yalnızca Yahudilerin kendi kaderini belirleme hakkına sahip olduğunu taahhüt eden) “ulus devleti yasası”nı kabul etmeden önce bile bakmak isteyen birinin bu ülkedeki iktidarın Apartheid suçunu işlediğini görmesi kolaydı. Ayrım duvarı, ayrımcı giriş izni komiteleri, kimlik kartı sistemleri, yerleşimciler için inşa edilmiş olan, Filistinlilere kapalı yollar ve Batı Şeria’nın bantustanları andıran bölünmüşlüğü durumu ortaya koyuyordu. Ulus devlet yasası bu gerçeği inkâr edilmez hale getirdi. Apartheid, devletin işlediği suçlardan oluşan bir işlemin bağlamıdır. Örneğin çok yakın bir zamanda İsrail’in Bedevi köyü Han el-Ahmar’ı yıkmak ve burada yaşayanları evlerinden zorla çıkartmak kararı. Bu etnik temizliğin amacı işgal edilmiş Filistin toprağında yasadışı yerleşimlerin önünü açmaktır.

Yine de, yetmiş yıllık Apartheid, Filistin toprağının sürekli çalınması, askeri işgal ve -1960 yılında Transvaal’daki kitlesel katliama gönderme yapılarak haklı olarak Filistinlilerin Sharpeville’i olarak adlandırılan- Gazze’de silahsız göstericilerin katledilmesine rağmen Filistin’deki her yeni nesil kurtuluş mücadelesini sürdürüyor.

Genç Ahed Tamimi bu yıl 17 yaşına cezaevinde girdi, arka bahçesindeki işgal askerlerine karşı geldiği için kanunsuz bir biçimde hapsedilmişti. Ama tam da dedem hapiste 27 yıl geçirip de evrensel bir özgünlük ikonu haline gelmesi gibi Ahed de Filitinlilerin direnişteki kararlılığının güçlü bir simgesi oldu. O ve ailesi, nerede olursa olsun ağır vahşete meydan okuyan Filistinlilerin cesur ruhunu temsil ediyor. Cesaretlerini kutluyorum.

Ahed artık özgür olsa da binlerce Filistinli –ki bunların yüzlercesi çocuk- Apartheid İsrail’in hapishanelerinde çürüyor. Nelson Mandela’nın yüzüncü doğum yıldönümünün kutlandığı bu yıl, onun “bizim özgürlüğümüz Filistin halkının özgürlüğü olmadan tamamlanamaz” şeklindeki beyanını hatırlamalı ve –ister sürgünde ister İsrail vatandaşı ister işgal altındaki topraklarda yaşasınlar- bütün Filistinlilerin vazgeçilmez insan haklarına kavuşmalarını ısrarla talep etmeliyiz. Çünkü biz Güney Afrikalılar aynı zamanda Apartheid’e karşı etkili bir direnişin uluslararası dayanışmayı gerektirdiğini biliyoruz. Nasıl ki dünyanın dört bir yanındaki müttefikler bizim özgürlük mücadelemiz için hayati öneme sahipti, enternasyonalizm ruhu Filistin kurtuluş mücadelesini destekleyen şiddetsiz boykot, yatırımların geri çekilmesi ve yaptırımlar (BDS) hareketinde yaşıyor.

İki hafta önce İşçi Partisi’nin Birleşik Krallık’ın İsrail’e silah satışını durdurmasına yönelik bir çağrı yapması bana ümit verdi. Güney Afrika’nın BRICS ülkeleri arasındaki duruşunu bir silah ambargosu için kullanacağını umuyoruz. Bu önemli yaptırım İsrail Apartheid’ini ayakta tutan suç ortaklığına son vermenin asgari koşuludur. Bir suça ortaklık etmeyi bırakmak yardım değil derin bir ahlaki zorunluluktur.

Bu pozitif ve somut adımlar Mandela’nın hayatını verdiği mücadeleyi sürdürür. Bunlar (Nakba dahil) Filistin tarihini silmeye yönelik utanç verici çabalarla tamamen zıttır; bu tarih Birleşik Krallık’ın –tıpkı Apartheid Güney Afrika’da olduğu gibi- derinden suç ortaklığı yaptığı bir tarihtir. Bunlar aynı zamanda BDS hareketini şeytanlaştırma, en azından kriminalize etme çabalarına karşı güçlü bir cevap oluşturur.

Vicdan sahibi herkes insan haklarını ve uluslararası hukuku ihlal eden herhangi bir devlete muhalefetini ifade etme hakkına, hatta sorumluluğuna sahiptir. Herkesin ifade özgürlüğü, iktidarla ilgili gerçeği söyleme ve ezilenlere dayanışma gösterme hakkı vardır.

Tarih, insan hakları ve uluslararası hukuka uymayan ve daha da kötüsü bu hakların inkârına suç ortaklığı yapan iktidarları yargılayacak. Theresa May, Güney Afrika’ya yaptığı son ziyarette BK’ın Apartheid’e destek verdiği tarihi silmeye çalıştı. Artık ölmüş olan dedeme takdirlerini ifade etti ama kendi siyasal partisinin üyelerinin, hayattayken, neden onun asılmasını talep ettiğini ve onu bir terörist olarak damgaladığını anlatmadı.

Güney Afrika’daki Apartheid’e son verme mücadelesinde uluslararası basınç mücadelenin hayati bir unsuruydu. Bunun, İsrail’le ilgili de etkili olduğunu biliyoruz, bu devlet BDS’yi baltalamak için küresel bir kampanya yürütmeye devasa miktarlarda para harcadığına göre az buz bir etki de değil bu.

Boykot, etik sebeplerle yatırımların geri çekilmesi ve şirketlere, yerel güçler de dahil olmak üzere iktidarlara ağır insan hakları ihlalleriyle olan ilişkilerine son vermeleri için baskı yapmak gibi şiddetsiz direniş taktikleri adalet sağlamaya yönelik hareketlere destek için tarihte sınanmış yöntemlerdir.

Madiba bir keresinde Filistin sorunundan “zamanımızın en büyük ahlaki sorunu” olarak bahsetmişti ama yine de dünya hâlâ bu konuda sessiz. Filistin’in özgürlüğüne, adalet ve eşitliğe katkıda bulunmak için elimizden gelen her şeyi yapmak ve her nerede olursa olsun Apartheid’e karşı mücadele etmek boynumuzun borcudur.

(*) Nkosi Zwelivelile Mandela Afrika Ulusal Kongresi’nin milletvekillerinden biri ve Nelson Mandela’nın torunu.

[The Guardian’da yayımlanan İngilizce orijinalinden Ayşe Düzkan tarafından bdsturkiye.org için çevrilmiştir.]