Filistin Hakları için BDS Hareketi’nin kurucularından, 2017 Gandhi Barış Ödülü sahibi Omar Barghouti Balfour Deklarasyonu’nun yıldönümünde bir yazı kaleme aldı.
Siyonist milisler büyükannem Rasmiye’yi ve ailesini 1948 yılındaki Nakba boyunca, Safad’daki evlerini silah zoruyla terk ettirdiğinde, Balfour Deklarasyonu’yla başlayan ve etnik temizlik ile sonuçlanan yerleşimci sömürgecilik süreci, yerli Filistin halkı için basit bir ulusal trajediden fazlası haline geldi. Artık bireysel bir mesele oldu.
Merhum büyükannemin insan değerine olan bağlılığı ve adalet arayışındaki kararlılığı bana miras kaldı. Balfour’un ardından ortaya çıkan savaşta her ikisine odaklanmayı seçiyorum.
Yüzüncü yıldönümünde birçok analist Balfour Deklarasyonu’nun gerçekte ne anlama geldiğini ve Britanya İmparatorluğu’nun 1917’de, Edward Said’in ifadesiyle, “yerli çoğunluğun varlığını ve isteklerini dikkate almaksızın” Filistin’de Avrupalı Yahudi sömürgecilere “milli bir yurt” tesis etmesinin meşru olup olmadığını tartışıyor.
Britanya’nın özür dilemesi ve yaptığını telafi etmesine yönelik tamamen haklı taleplerin ötesinde, tartışmada büyük ölçüde eksik olan şey, yalnızca Birleşik Krallık’ın suç ortaklığını sonlandırmakla değil daha ziyade, yüzyıl önce yürürlüğe giren adaletsizlik düzeninin sürdürülmesinde Amerika Birleşik Devletleri ve diğer Batılı güçlerin de suç ortaklığını sonlandırarak, Filistin’de devam eden Nakba’yı nihayete erdirmek için şimdi harekete geçmenin kaçınılmaz oluşudur. İsrail’i silahlandırarak, Birleşmiş Milletler’in yaptırımlarından muaf tutarak, ona uluslararası hukukun üstünde bir devlet gibi davranarak, Balfour’un mirasıyla doğrudan bağlantılı, tescilli bir zalimliğin yerini sağlamlaştırıyorlar.
Bazıları Filistin’deki İngiliz destekli Siyonist projenin yerleşimci sömürgecilik hadisesi olarak nitelendirilmesine itiraz edebilir ancak önde gelen sağ-kanat Siyonist liderler bile bu konuda dürüsttü. Örneğin 1923’te Ze’ev Jabotinsky şöyle yazmıştı: “Dünya üzerinde her yerli halk sömürgeleştirilme tehlikesini başlarından def edebileceklerine dair en ufak bir umut belirdiğinde sömürgecilere direniyor. Siyonist sömürgecilik ya durmalı yahut yerleşik halkı dikkate almaksızın devam etmeli.”
Jabotinsky yerli nüfusu etkisiz hale getirmek için Siyonist bir “demir duvar” önermişti, yer yer zihinlerimizi umutsuzlukla sömürgeleştirerek. Bugün İsrail, ABD ve AB’nin desteği ile gerçek duvarlar örüyor ve umudumuzu ezip geçmek ve sömürgeci hegemonyasına karşı direnmenin nafile olduğunu kolektif bilincimize kazımak için ölçüsüz bir şiddet kullanıyor.
Etik bir sömürgesizleştirme ve biz Filistinlilerin şifa bulmamız için ilk adım, onlarca yıl boyunca temel insani haklarımızın çiğnendiği vahşi askeri İsrail düzeni altında içselleştirdiğimiz umutsuzluk şeytanını içimizden söküp atmak olmalıdır. Sağlıklı ve gerçekçi bir miktarda umutla zihinlerimizi sömürgeleştirilmekten kurtarma sürecinde sağlam adımlarla ilerlemeliyiz.
Bugün Filistin umudunun başlıca kaynağı özgürlük, adalet ve eşitlik için Filistin önderliğindeki küresel BDS hareketidir.
Filistin özgürlük mücadelesine, ırksal, yerel, ekonomik, cinsel, toplumsal, iklimsel adalet gibi uluslararası mücadele biçimleriyle yaklaşmak dışında, BDS şiddet içermeyen kayda değer bir taban örgütlenmesi yoluyla kurumlar, şirketler ve hatta İsrail’in insan hakları ihlallerini destekleyen hükümetler üzerinde baskı uyguluyor. Yeni bir BBC anketi gösteriyor ki İsrail dünya çapında en az rağbet gören devletler arasına girdi.
BDS 2005 yılında, ABD’deki Sivil Haklar ve Güney Afrika’daki Apartheid Karşıtı hareketlerden esinlenerek Filistin sivil toplumunun en geniş kapsamlı koalisyonuyla harekete geçmişti. Hareket, İsrail’in 1967 işgalini, BM’in Apartheid tanımına denk düşen yasallaşmış ırk ayrımcılığını sonlandırmasını ve Filistinli mültecilerin evlerine ve topraklarına geri dönmeleri için BM tarafından öngörülen haklarının yürürlüğe sokulması için çağrıda bulunuyor.
BDS ile büyüyen umudun gücünü ve hareketin etkisinin büyük sosyal güvenlik kuruluşları, sendikalar, öğrenci birlikleri, akademik kuruluşlar, toplumsal hareketler ve Hollywood’a kadar uzanan sanatçılar arasında hızla genişlediğinin fark edilmesiyle, İsrail lobisi hareketi bastırmak için hukuki savaş durumunun daha baskıcı, gözü dönmüş ve belki de hukuk dışı önlemlerine başvurdu.
Söz gelimi, Texas’daki Dickson şehri birkaç hafta önce kasırga mağdurlarına, İsrail ve hukuk dışı yerleşimcilerini boykot etmemeleri karşılığında insani yardımda bulunulması şartını koyarak BDS karşıtı yasayı yürürlüğe soktu. Amerikan Sivil Özgürlükler Birliği (ASÖB) bunu “McCarthy dönemi sadakat yeminlerini andıran, İlk Anayasa Değişikliği’nin berbat bir ihlali” olarak kınadı.
ASÖB Kansas’taki tüm devlet girişimcilerinin İsrail’i boykot etmediklerini onaylamalarını gerektiren BDS karşıtı yasanın da Amerikan Anayasasının İlk Değişikliğine aykırı olduğunu ileri sürerek federal mahkemede dava açtı.
Dokunulmazlığını muhafaza etmek şöyle dursun, devlet düzeyinde ve Kongre’de anayasaya aykırı bir BDS karşıtı yasanın çıkması için İsrail’in ısrarı ana akım liberalleri kendinden uzaklaştırıyor. Bu kısmen, 2016’da yapılan bir araştırmaya göre, niçin Amerikalıların neredeyse yarısının işgali sona erdirmek için İsrail’e karşı yaptırımları desteklediğini açıklayabilir.
İsrail’in BDS’ye karşı gizli savaşıyla ilgili yeni ortaya çıkmış bir skandal sadece bu uzaklaşmanın şiddetini artıracaktır. İsrail medyasının raporlarına göre İsrail Kuzey Amerika, Avrupa ve dünyanın geri kalanında BDS’yi yıldırmak ve susturmak için büyük bir avukat bürosu kiraladı. Bu teşhirinmerkezindeki İsralli avukat, İsrail’in “cezai sınırları” aşabileceği yönünde uyarıda bulundu.
Şayet İsrail’in BDS’ye yönelik yasal saldırganlığı ABD Yüksek Mahkemesi kapılarında mağlup olursa, bu İsrail için yeni bir hesap verme çağının habercisi olacaktır.
Balfour, arzularını kibirli bir biçimde yok saydığı yerel halkın, vicdanlı insanların ilkeli bir uluslararası dayanışmayla akışı değiştirmeye başlamasıysa mezarında ters dönüyor.
Büyükanneme, adalet ve haysiyet galip gelene kadar bu insan hakları davasındaki rolümden asla vazgeçmeyeceğime dair söz verdim. Sözümü tutacağım.
[Newsweek’teki İngilizce orijinalinden BDS Türkiye için Emir Doğan Yılmaz tarafından çevrilmiştir.]