“Trump ve Netanyahu Filistin’i tamamen yok etmek ve Filistinlileri Sina’ya sürmek istiyor… Arap ülkelerinin çoğu da bu duruma ses çıkarmıyor ve itiraz etmeyerek destek veriyorlar… Ancak Trump’ın Kudüs’ü başkent olarak tanıma ya da Golan Tepeleri’ndeki İsrail ilhakını tanıma kararı gerçekliği ve tarihi yok etmeye yetmiyor”
Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu’nun (KESK) bu yıl ikincisini düzenlediği Ortadoğu Barış Konferansı’na başta Filistin, Tunus, Lübnan olmak üzere bölge ülkelerinden pek çok konuşmacı katıldı. Türkiye ve bölge sorunları kalabalık dinleyici kitlesiyle birlikte 13-14 Nisan tarihlerinde, gün boyunca tartışıldı. Konferansın ana temasının “Barış” olması sebebiyle, Filistin’in işgali ve İsrail’in sistematik baskısı ve bu süreçte maruz kalınan haksız-hukuksuz uygulamalar katılımcı Filistinliler ile birlikte ele alındı.
BDS Türkiye olarak İsrail’in Filistin topraklarındaki işgalini, İsrail hapishanelerinde devam eden Filistinli tutsakların açlık grevini ve BDS boykot kampanyalarını Kudüs Filistin Kadın Komiteleri Birliği (UPWC) Başkanı, aktivist Abir Ebu Hudeyr ile konuştuk.
Şu anda İsrail hapishanelerinde devam eden açlık grevleri var. İsrail’in göz korkutmak, sindirmek amaçlı yaptığı keyfi tutuklamalar artarak devam ediyor. İsrail hapishanelerindeki açlık grevlerini ve koşulları bize aktarabilir misiniz?
Şu anda İsrail hapishanelerinde 7500 Filistinli tutsak var. Bu rakamın çok daha çarpıcı yanı şu ki; 5000’den fazla Filistinli esir 18 yaşın altında. Hâlâ devam eden açlık grevi eylemleri var. Bu eylemler ilk olarak gasp edilen haberleşme hakkı için başlatıldı çünkü bu hak sistematik olarak İsrail tarafından engelleniyor. Ailelerinden haber alabilmek veyahut iyi olduklarını söylemek için esirlerin içeri soktuğu telefonları engellemek amacıyla bu iletişim dalgalarını kesen elektronik sinyal kesici zararlı ışın yayan bir sistem kurdular. Bu kurulum sonrası tüm mahkûmlar bu ışınlara maruz kaldı ve Filistinli esirler arasında kanser vakası çok fazla arttı. Aynı zamanda çok yoğun baş ağrısına sebep oluyordu. Bu sistemin kaldırılması için Filistinli esirler hapishane yönetimi ile görüşmeler yaptı fakat bu görüşmeler üzerine bırakın bu kanser yapan sistemi kaldırmayı, İsrailliler avlulara baskın yapıp, tutsakları odalara çekip şiddet uyguladılar. 12’si ağır olmak üzere 100’den fazla Filistinli esir yaralandı. Bu sürecin üzerine cezaevlerinde açlık grevleri başlatıldı ve devam ediyor.[1]
“HASTA KADIN TUTSAKLARA DOKTOR GETİRİLMİYOR”
Cezaevlerindeki Filistinli kadın esirlere yönelik sistematik baskıyla ilgili basında sürekli haberler görüyoruz. En son ve çarpıcı örneklerden biri İsraa Caabis.
İsrail hapishanelerinde şu anda 53 Filistinli kadın tutsak var. Haşaron ve Damon olmak üzere iki cezaevine bölünmüş durumdalar. Yine bu cezaevlerinde de esirlerin özel yaşam alanlarına, avlulara kameralar kuruldu. Bu uygulamaya karşı ilk olarak kadınlar avluya çıkmama eylemleri yaptılar. İsrail ise bu eyleme cevabı tüm tutukluları şehirden çok uzakta, dağ başına kurulan ve en kötü cezaevi koşullarına sahip Damon’a naklederek verdi. Birden koğuşları basarak kadın esirleri kıyafet, kitap gibi hiçbir kişisel eşyalarını almalarına izin vermeden, üzerlerindeki kıyafetlerle apar topar Damon’a götürdüler. Hâlâ hiçbiri eşyalarını alamadı. Damon cezaevi ve koşulları insan hakları ihlalleri bakımından çok kötü olan bir yer. Tüm tutsaklar için yeterli yatak yok. Filistinli esirlerin bir saatlik avluya çıkma, yürüme hakları var ve İsrail tutsaklara duş alma hakkını bu avluya çıkma hakkı sırasında kullandırıyor. Hak gaspı bununla da sınırlı değil. Damon cezaevinde duşlar koğuşların dışına yapılmış. Soğuk havalarda yağmurda, karda koğuştan duşa gitmek gerçekten birçok esiri zorluyor. Buradaki Filistinli kadın tutsakların taleplerinden biri de duşların koğuşlara yapılması. Öte yandan hasta kadın tutsaklara doktor getirilmiyor. Birçok talepten sonra -o da belki- doktoru görebiliyorsunuz. İsraa Caabis örneği burada çok çarpıcı elbette. Caabis 2015 Ekim ayında çantasında taşıdığı biber gazının alev alması sonucu bir arabada meydana gelen patlamada ağır yaralandı ve vücudunun yüzde 60’ı yandı. İsrail Caabis’in bombalı saldırı düzenlemek istediğini öne sürdü ve tutukladı. Caabis’in hâlâ birçok operasyon geçirmesi gerekirken hiçbirine izin verilmedi, elleri kesilmek zorunda kalındı ve hapishanede yaşam savaşı veriyor, hiçbir medikal yardım talebi karşılanmıyor. Üstelik delil olmamasına rağmen 30 yılla yargılanıyor.
“TRUMP’IN KARARLARI GERÇEKLİĞİ VE TARİHİ YOK ETMEYE YETMİYOR”
Hâlihazırda Filistinliler için Batı Şeria ve Gazze arasında devam eden bir geçiş yasağı söz konusu. Bununla birlikte Trump’ın “Yüzyılın Anlaşması” gündemde. Bu gelişmeler çerçevesinde Filistin’deki son politik durumu aktarabilir misiniz?
İsrail, Filistinlilerin birliğini, bir bütün olarak hareket etmesini engellemek için giriş-çıkış yasakları uyguluyor. Mesela Kudüs’te yaşayan biri Ramallah’a girebiliyor fakat tersi yasak. Kudüs’ü tamamen Yahudileştirmek istedikleri için çevre yerleşkelerden Filistinlilerin girişini kısıtlamaya çalışıyorlar. Yine Gazze ve Batı Şeria arası çok ciddi bir giriş-çıkış yasağı söz konusu. Öte yandan Trump ve Netanyahu Filistin’i tamamen yok etmek ve Filistinlileri Sina’ya sürmek istiyor. Trump’ın projesi de bu amaca hizmet etmektedir. Arap ülkelerinin çoğu da bu duruma ses çıkarmıyor, itiraz etmeyerek destek veriyorlar aslında. Bu amaçla İsrail Filistinlilerin geri dönüş hakkını tamamen inkâr ediyor. Çevredeki Arap ülkelerine ve dünyaya yayılmış, topraklarından sürgün edilmiş 6 milyona yakın Filistinli var. Tüm bu gerçeklikleri görmezden gelip, Filistin gerçeğini yok etmek istiyorlar. Trump’ın Kudüs’ü başkent olarak tanıma ya da Golan Tepeleri’ndeki İsrail ilhakını tanıma kararı gerçekliği ve tarihi yok etmeye yetmiyor. Uğranılan her türlü baskıya ve şiddete rağmen Trump’ın Kudüs kararı sonrası Filistinliler Kudüs’te çok güçlü eylemler yaptılar ve susmayacaklarını haykırdılar. Bunlara ek olarak, Bizler Filistinliler olarak Filistin yönetiminin İsrail ile tüm ilişkilerini kesmesini talep ediyoruz. Her gün Batı Şeria ve Gazze’de hiçbir gerekçe-delil olmadan, güvenlik sebebiyle diyerek gençleri vuruyorlar ve Filistin yönetimi, polisi hiçbir şey yapmıyor. En son örneklerden biri Basil el-Arac. Batı Şeria’da işgal rejimi tarafından katledildi. Filistin polisi işgal rejimine karşı durmak bir yana, onlarla işbirliği yapıyor. İsrail, işgale ve şiddete direnen Filistinlilerin evlerini yıkma politikası izliyor ve yıkım öncesi Filistin polisini arayarak, olası bir direnişi engellemesini istiyor. Filistin polisi tam da söylenileni yapıp, yıkım sonrası oradan ayrılıyor. Bununla ilgili birçok örnek var.
“BDS’NİN BİR PARÇASIYIZ”
BDS’nin tüm dünyada düzenlediği İsrail işgalini ve apartheid uygulamalarını ifşa etmek amaçlı boykot kampanyaları ve Filistin’e yansımaları hakkında neler söylemek istersiniz?
Kadın Komiteleri Birliği olarak biz de BDS’nin bir parçasıyız. İki hafta önce Ramallah’ta bir konferans düzenledik. Tüm Filistin’de İsrail’i gerek gıda ürünleri, gerek diğer alanlardaki ilişkiler bağlamında boykot etmek amacıyla BDS ile birlikte çalışıyoruz.
İsrail’de yapılan son seçimin sonuçları ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
İsrail seçimleri ile ilgili kesin olarak bildiğimiz bir şey var ki; Netanyahu ve ikinci olan Mavi-Beyaz İttifakı aynı sağ-faşist kökene sahip. 48 Araplarından olan ve küçük partilerle seçimlere giren bir kısım Filistinliler ise insanlara demokratik uygulamalar olan seçime girerek mücadele etmeyi doğru bulduklarını söylüyorlar. Oysa işgal rejimi onlara asla Filistinli demiyor, azınlık Araplar diyor. Problem şu ki; seçme ve seçilme hakkımızı kullanmalıyız, böyle mücadele etmeliyiz diyen kesim sistemi paylaşıyor. Bu seçimlere katılmayan ve sistemi reddeden, topraklarını isteyen, işgalin son bulması çağrısı yapan diğer Filistinlilerin oluşturduğu Abnaa el-Balad Hareketi ise İsrail parlamentosunun bir parçası olmayı reddediyor. Bu seçimlerde 48 Araplarının yarısı sisteme dâhil oldu, göstermelik kendilerine verilen seçme-seçilme hakkını kullandı, diğer yarısı ise bu sistemi ve seçimleri reddetti, oy kullanmadı. Bu oranlar bizim için iyi diyebiliriz çünkü bundan önce bu göstermelik fakat altında işgal, yasadışı yerleşimler ve Filistin’i yok etmek olan sistemi kabul edip oy kullananların sayısı % 62’den fazlaydı. Bu insanların toprakları ve hayatları 1948’de işgal edildi ve o günden bugüne bir hayat kurdular. Sisteme katılarak içeriden mücadele verilmesi gerektiğini düşünüyorlar. Elbette daha çok Filistinlinin bu göstermelik sistemin aslında bir işgal olduğu, bunun bizim devletimiz olmadığı konusunda daha çok bilinçlendirilmesi gerekiyor.
“AYŞE DÜZKAN’A FİLİSTİNLİ KADINLAR ADINA DESTEKLERİMİZİ GÖNDERİYORUZ”
Filistinli Milletvekili Halide Cerrar serbest bırakıldı. Türkiye ve dünyanın birçok yerinde Cerrar’ın serbest bırakılması için kampanyalar düzenlendi, protestolar yapıldı. Filistinli kadın direnişçiler başta Leyla Halid olmak üzere tüm dünyaya bir direniş geleneği ve tarihi armağan etti ve bu geleneği onurla devam ettiriyorlar. İşgal zorlaştıkça kadın direnişi paralel olarak nasıl bir gelişme gösterdi?
Bir Filistinli milletvekili olarak Halide Cerrar Ebu Mazin’in (Mahmud Abbas) karşısına çıkıp, ona “Sen kimsin de Gazze’deki Filistinlilerin maaşlarını kesiyorsun?” diye sorduğu için tutuklandı. Abbas, Gazze’deki Filistinlilerin bazılarının maaşlarının ödenmesini durdurdu, bazılarına yarısını verdi ve “Gazze’ye tek kuruş vermeyeceğim” dedi. Cerrar da parlamentoda Abbas’a “Bu para senin paran değil, babanın parası da değil. Sen kimsin? Gazze’dekileri öldürmek mi istiyorsun?” dedi. Bu sebeple Abbas Cerrar’ı dışarı attı ve Cerrar hemen işgal rejimi tarafından gözaltına alındı. Keza Cerrar’ı gözaltına alan İsrail de Cerrar’a “Ebu Mazin istediği için buradayız” demiş. Her şey çok açıkça görülüyor. Gazze’ye para akışının durması, zor duruma düşmeleri zaten işgalcilerin istediği şeyler. Tüm Gazze’dekileri öldürmek, yok etmek istiyorlar. İsrail zaten topraklarımızı işgal etti, yaşam şartları zor, o Abbas’ın değil Filistinlilerin parasıdır ve Abbas Gazze’dekilerin açlıktan ölmesini mi istiyor? Cerrar bu sebeple Abbas’ın karşısında durduğu için İsraillilerce tutuklandı. İlk olarak 6 ay ceza verdiler ve daha sonra bu süreyi 6 ay olmak üzere tekrar birkaç kez uzattılar. Toplamda 2 yıl cezaevinde kaldı. Filistinli kadınlar, tutsaklar ve cezaevi şartları ile ilgili çalışmalar yapan Uluslararası Kızılhaç Örgütü önüne yürüdüler ve Cerrar için protesto eylemleri yaptılar. Cerrar ve diğer Filistinli kadınlar Damon cezaevinde kalıyordu. Kudüs-Damon cezaevi arası yaklaşık 3 saat sürüyor ve Kudüs’ten iki otobüs kadın Damon’un önünde diğer 48 Arap Filistinli kadınlarla birleşerek burada birçok eylem düzenlediler. Cerrar cezaevinden çıktıktan sonra içerideyken cezaevi önünde yapılan tüm bu eylemleri ve kadınların seslerini duyduklarını, moral depoladıklarını söyledi. İşgal ağırlaştıkça kadınlar daha çok direnişte yer alıyor ve almaya devam edecektir. Bununla birlikte, şu an cezaevinde bulunan BDS Türkiye gönüllüsü Ayşe Düzkan’a da Filistinli kadınlar adına desteklerimizi gönderiyoruz. Kendisi ve davası ile birlikte olduğumuzu belirtiyoruz. Ayşe’nin davası politik bir davadır ve hak davasıdır, insanlık davasıdır ve bu sebeple de onun yanındayız. Kadın Komiteleri olarak Kürt kadınlarının kimlik ve hak mücadelesine de desteklerimizi sunuyoruz. Cezaevlerindeki hak, kimlik ve varoluş mücadelesi veren herkesin mücadelesi bizim de mücadelemizdir.
Dipnot:
[1] Ebu Hudeyr ile görüşmemizden 3 gün sonra (16 Nisan) İsrail cezaevi yönetimi Filistinli esirlerin kanser yapan elektronik sinyal kesicilerin kaldırılması ve aileleri ile görüş hakkı taleplerini kabul etti ve açlık grevleri sonlandırıldı.
bdsturkiye.org