Mavi Marmara ve Özgürlük Filosu üzerine hatırlatmalar – Selim Sezer

Yaklaşık bir yıl boyunca devam eden görüşmelerin ardından Türkiye ve Siyonist oluşum arasında varılan ve bir “normalleşme”den çok daha fazlasını ifade eden kapsamlı anlaşma, kamuoyunda daha fazla ilgi görmeyi ve daha fazla tepki konusu olmayı hak ederdi. Ne var ki bu konudaki tartışmalar sınırlı denebilecek bir düzeyde kaldı. Daha önemlisi, ekseninden kaymış bazı sorunlu tartışmalar, esas tartışmaların üzerini örttü.

Daha önce BDS Türkiye tarafından gerek kurumsal düzeyde, gerekse de hareket gönüllülerinin çeşitli basın kuruluşlarına verdiği demeçler aracılığıyla bu anlaşma ve içerimleri konusunda yeterince değerlendirme yapılmış olduğundan bu yazıda bu konulara girilmeyecek ve tek bir noktaya odaklanılacaktır.

Anlaşmayla birlikte kamuoyunda tanınan bazı sol figürlerin doğru ve yerinde bir şekilde Mavi Marmara/Özgürlük Filosu’nun mücadelesine ve bu uğurda can verenlerin anısına sahip çıkma çağrısında bulunması, tanınan ve tanınmayan, örgütlü ve örgütsüz başka sol figürlerin acımasız eleştirilerini beraberinde getirdi. Bu acımasız eleştiriler, bu satırların yazarı da dahil olmak üzere Filistin davasına solduyu ile sahip çıkan pek çok kişide derin bir üzüntü ve kırgınlığa yol açmıştır. Solun özellikle kendini “aydınlanmacı” diye adlandıran unsurlarının dillendirdiği bu tepkilerin bilgisizlikten kaynaklandığını ümit ediyor ve bazı noktaları hatırlatmak istiyoruz.

Bu doğrultuda her şeyden önce, Mavi Marmara’nın da içinde bulunduğu “Özgürlük Filosu”nun öyküsünü, bileşimini ve niteliğini somut olarak ortaya koymak gerekir.

Özgürlük_Filosu

Özgürlük Filosu, 2010 yılından önce de Gazze üzerindeki ablukayı kırma yönünde yürütülen sivil çabaların devamı niteliğindeydi. Bu çabalara, aralarında Jeff Halper ve Hedy Epstein gibi anti-Siyonist Yahudilerin de içinde yer aldığı, Noam Chomsky ve Desmond Tutu gibi aydınların da destek ilan ettiği Free Gaza Movement (Özgür Gazze Hareketi) isimli çatı yapılanması öncülük etmişti. Hareket, daha önce sekiz defa ablukayı delme girişiminde bulunmuş, karadan yapılan girişimlere ilave olarak 2008 yılından itibaren (geçmişte Rachel Corrie’nin de üyesi olduğu) International Solidarity Movement (Uluslararası Dayanışma Hareketi) ile birlikte, ablukayı yardım tekneleriyle denizden delme yönünde bazı denemeler yapmıştı.

Bu girişimlerin ardından, uluslararası düzeyde, büyük bir filo örgütlenmesi fikri gündeme getirildi. Bu girişimin örgütleyicilerinden biri (fakat yalnızca, biri) İHH oldu. Nihayet 2010 yılında, Free Gaza Movement, İHH, “European Campaign to End the Siege in Gaza” (Gazze’de ablukanın bitmesi için Avrupa kampanyası) ve Yunan aktivistler ile milletvekillerinin de içinde yer aldığı “Ship to Gaza”nın organizasyonuyla, Özgürlük Filosu’nu oluşturan sekiz gemi, Kandiye, Pire, Antalya ve Dundalk (İrlanda) limanlarından Gazze’ye doğru yola çıktı. Filo yolcuları arasında bazı İHH üye ve yöneticilerinin ve İHH’nın davetiyle katılan (ancak hepsinin kurumla ilişkili olmadığı) çok sayıda Türkiye vatandaşının da aralarında olduğu toplam 32 ülkenin vatandaşları bulunuyordu. Yukarıda bahsi geçen, Holokost’tan sağ kurtulmuş Hedy Epstein, USS Liberty olayından sağ kurtulmuş Joe Meadors, Knesset’in solcu Arap kadın milletvekili Hanin Zuabi, Yunan milletvekilleri ve Ortodoks Hristiyan din adamları, Suriyeli/Filistinli Katolik din adamı Hilarion Capucci, IPPNW Başkan Yardımcısı Matthias Jochheim ve pek çok farklı milliyetten, farklı din ve ideolojiden, farklı kurumdan insan oradaydı. Hepsi, Gazze’ye uygulanan hukuk dışı ve insanlık dışı ablukaya dünyanın dikkatini çekme amacı altında birleşmişti. Uluslararası karasularında, silahsız ve savunmasız olmalarına rağmen deniz komandolarının saldırısına uğradılar. İçlerinden dokuz (ağır yaralanıp daha sonra hayatını kaybeden bir katılımcıyla birlikte on) kişi İsrail tarafından katledildi.

Kuşkusuz bu girişimde bulunanların “kahramanca bir eylemde” bulunmuş olduklarını söylemek ve hayatını kaybedenlerden “şehit” diye söz etmek yanlış değil. Ve bu ilk defa söylenmiyor da. Filistin ve Arap-“Ortadoğu” solunun başlıca referansı sayılan Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, katliamın hemen arkasından yaptığı resmi açıklamada şu ifadeleri kullanmıştı:

Cephe, Özgürlük Filosu’na katılan herkesi, özellikle şehit ve yaralıları içtenlikle selamlar. Onlar, Filistin davasının ve Filistin halkının, dünyada özgürlük, adalet ve kurtuluş için savaşan herkesin şehitleridir ve davamızda ölümsüzleşeceklerdir.

Cephe, halkların kurtuluş ve işgalci güç karşısına adalet arayışının son şehitleri olan bu mücadeleci yoldaşların örneğini yaşatacaktır. Onlar, Filistin halkının adalet ve özgürlük için kararlılığında ve direnişinde, terör devletinin suçlarının hesap sorma mücadelesinde yaşayacaklar.

Altı yıl önce yapılan bu açıklamanın yanında, halen FHKC Siyasi Büro içinde yer alan Leyla Halid’in, anlaşmanın imzalandığı günlerde Atina’daki Direniş Festivali esnasında sarfettiği şu sözlerin de altını çizmek gerekir:

Mavi Marmara Katliamı’nda şehit düşenler için kan parası ödenmesi anlaşmanın en onursuz maddesi. İşte Siyonistler böyledir. Savaş suçları işlerler ama cezalandırılmazlar. Özür dileyip para ödeyince Mavi Marmara katliam olmaktan çıktı mı? Şehit aileleri adaletin yerini bulduğunu hissediyorlar mı? Orada şehit düşen insanlar Gazze’deki ablukanın kırılması için canlarını verdiler. Onların anısına bağlı kalınacaksa para talep etmek yerine ablukanın kaldırılmasında ısrarcı olunmalıydı.

Filistin solunun tavrı ortadadır. Doğru tavır ortadadır. “Filo”nun hakikati ortadadır.

Günler boyunca çeşitli gazeteler, internet sayfaları ve sosyal medya hesapları üzerinden her bakımdan yanlış bir tartışma yürütenler, hem konuya vakıf olmadıklarını, hem de bu ekseni kaymış tartışmalar yüzünden Siyonistlerle varılan anlaşmanın kendisinin yeterince tartışılamamasına sebep olduklarını kabul etmelidirler.