Corc Habaş’ın Filistin mücadelesindeki yeri – İslam Özkan

Dünya medeniyetine damgasını vurmuş olan

büyük Arap ulusu, nasıl olur da siyonist çetelere mağlup olur?

Corc Habaş

Corc Habaş, Filistin Devrimi’nin dünya müstazaflarının mücadelesine kazandırdığı önemli isimlerden biridir. Ya da tam tersi. Dünya mücadele tarihi Corc Habaş’ı, en önemli istasyonlarından biri olan Filistin Devrimi’ne hediye etmiştir.

Sosyalizm onun için entelektüel merakını tatmin eden, salt felsefi açılımlar kazandıracak, birikimini artırmasına vesile olacak bir ideoloji değildi. Avrupa-merkezci okumanın tahakkümünden kurtulan Habaş, devrimci teoriyi halkın mücadelesinde bir araç, silahlı mücadeleye ivme kazandıran bir kaldıraç olarak görüyordu. Ezilen ulusların, coğrafyaların öyküsünü anlatacak bir anlatıya, mücadeleyi rasyonel bir zemine oturtacak bir teoriye ihtiyaç vardı, bu işlevi de o dönemin mücadele ruhunu en iyi yansıtan sosyalizm gördü.

Dogmatik ideolojik zemine ram olmuş teorisyenlerden değildi Habaş. Mücadelesinde harmanlanan teori ve pratik, Filistin halkının hizmetinde sürekli bir devinim içerisinde sentezleniyordu. Bağımsızlık savaşında başkent Cezayir sokaklarında devrimcilerin yazdığı “Tek kahraman halktır” vecizesi, onun mücadelesinde vücut bulmuş gibiydi.  Teorinin pratikle etkileşim içerisinde olduğu ve bu ikisinin ancak sembiyotik bir karakter arz ettiği takdirde devrimci olabileceğini gösteren bir halk önderiydi o. Tam da bu yüzden salt bir teorisyen olarak kalabilecekken teoriyi doğrudan mücadelenin içinde yaşanabilir kılmanın anlamlandırdığı bir dünyanın çocuğu olmayı tercih etti.

Sosyalizmle Arap milliyetçiliğini mecz etmekte bir beis görmemişti. Zira sosyalizm, ancak ezilen uluslara hizmet ettiği ölçüde ontolojisini anlamlı kılabilirdi. Ezilenlerden yana olan bir düşünce sistemi, Arap-İslam coğrafyasında ancak o coğrafyanın insanına, mücadelesine hitap edebildiği ölçüde evrensellik iddiasını sürdürebilirdi. Tabii evrensel bir ideoloji, aynı zamanda bu mücadeleyi diğer coğrafyaların insanlarına taşıyabilmeli, bir dönem dünya tarih ve medeniyetine damga vurmuş Arap halklarını (bunu Müslüman halklar şeklinde okumak da mümkündür) içinde bulunduğu Siyonist işgalden, mağlubiyet halinden, zilletten kurtarmalıydı.

Habaş düşünsel sentezini şu kelimelerle ifade ediyordu: “Ben, Marksistim, sol kültürle yetiştim. İslami kültür birikimi, psikolojik ve fikri yapımın ayrılmaz bir parçasıdır. Herhangi bir İslami hareket kadar İslam’la alakadarım. Arap Milliyetçiliği de benim önemli bir bileşenidir. Marksizm, Arap Milliyetçiliği, İslam ve Hıristiyanlık düşünce dünyamda uyum içerisinde bir arada bulunabilmektedir.”[1]

Dava arkadaşlarının el-Hekim adıyla çağırdığı Habaş, 1944 yılında tıp tahsilini yarıda bırakarak Filistin mücadelesine katıldı. Siyonistlerin Filistin’i işgaliyle ailesiyle birlikte göç etmek zorunda kalan Habaş, 1951 yılında mülteci olarak bulunduğu Ürdün’de yarım bıraktığı tıp eğitimini tamamlayarak doktor unvanını aldı. Bu sıfat Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) içerisinde onun lakabı olacaktı. Hekim, Arapçada dilimizden farklı olarak hem doktor hem de filozof anlamına gelir. Zira İbni Sina, Farabi ve İbni Rüşd gibi filozoflar aynı zamanda tababetle de uğraşmışlardı. Modern çağ hakikati parçalamadan önce, tıp ve felsefe ayrılmaz bir ikiliyi oluşturuyordu. Mesleği tıp olan Habaş da bu anlamda Filistin mücadelesinin hem doktoru hem de filozofuydu, zira aynı zamanda mücadelenin teorisini inşa etmek için ter dökenlerdendi. İşgal ve saldırı altındaki Filistin’den Ürdün’e geçtiğinde ilk işi arkadaşlarıyla beraber hem silahlı mücadeleyi örgütleyebileceği hem de evlerinden yurtlarından olmuş, fakru zaruret içerisinde can çekişen bir halkın evlatları olan Filistinlilere ücretsiz hizmet verebileceği bir muayenehane açmak oldu.

Siyonist işgal onun psikolojisi ve hayatı üzerinde derin bir etki bırakmıştı. Mutlaka mücadele edilmeli, bir yolunu bulup Siyonist işgale ve yıkıma karşılık verilmeliydi. Siyonistler böyle elini kolunu sallayıp ortalıkta dolaşamamalıydı. Böylesine psikolojik baskıların yoğun yaşandığı bir zihin dünyası, aradığı mecrayı 1949 yılında Beyrut Amerikan Üniversitesinde kurulan ve Cemaleddin Afgani’nin kurmuş olduğu dergi olan Urvetü’l Vüska (sağlam Kulp)[2] ile aynı adı taşıyan Edebiyat ve Sanat Kulübünde buldu. Filistinli devrimci gençler, öğrenci kulübünü, normal standartlarda faaliyet gösteren bir sanat kulübünden mevcut vakıanın sorgulandığı ve yeni bir direniş teorisinin temellerinin atıldığı bir yapıya dönüştürdü. Burada gençler nasıl oldu da Filistin bu hale geldi, Siyonistler nasıl topraklarımızı bu kadar kolay bir şekilde işgal edebildiler? İşte bu sorular, salt sanatsal faaliyetler ve edebi kaygılar için kurulmuş olan bir öğrenci kulübünü, bir mücadele kulübüne dönüştüren sorulardı ve sadece FKÖ ve FHKC değil, Filistin’deki silahlı ve örgütlü mücadelenin temelleri de burada atılmıştı. Zira fikri faaliyetler bir süre sonra silahlı mücadelenin gerekliliği yönünde bir kanaate dönüşmüştü: Güçle gasp edilen ancak güçle geri alınabilirdi. Bu kanaate ulaşan gençler Ketaibul Fidaul Arabi (Arap Feda Birlikleri) adlı bir teşkilat kurdular. Bu örgüt silahlı faaliyet gösteren gizli bir örgüttü. Ancak Habaş, Filistin’in kurtuluşunun sadece seçkin bir silahlı birlikle mümkün olmadığını halkın da bu mücadelenin saflarına katılması gerektiğini düşündüğünde Arap Milliyetçileri Hareketi’ni kurdular. Habaş’ın önderlik ettiği bu örgütler, İzzettin el Kassam ve diğer Filistinli çağdaş önderlerin ortaya koyduğu örgütlenmeye ilaveten Filistin mücadelesine ivme kazandıran hareketler oldular. Özellikle 1967’den sonra başlayan ve 70’li yıllarda devam eden uçak kaçırma eylemleri, Filistin davasının dünya çapında duyulması açısından çok önemli bir işlev gördü. Ancak bir süre sonra FHKC uçak kaçırma eylemlerine bir son verme kararı aldığında bu, örgüt içinde önemli bir rahatsızlık yaratmış ve hareketin ikinci adamı Vedi Haddad’ın FHKC üyeliğini dondurmasına neden olmuştu.

Sonuç olarak Habaş, entelektüel bakımdan donanımlı, dünyadaki gelişmeleri okuyabilen ve bu gelişmelere göre yeniden konum alabilen, uzak görüşlü bir önderdi. Entellektüel donanımı, gözüpek bir savaşçı olmasına hiç bir zaman engel olamadı. İstese belki ömür boyu hareketin başında kalabilecekken 2000 yılında yerini gönüllü olarak Ebu Ali Mustafa’ya bıraktı. Habaş hakkında anlatılacak o kadar çok şey var ama ne yer ne de şimdilik zaman buna müsait. Ancak şunu söyleyebiliriz ki, böylesine basiretli liderlere özellikle bu dönemde çok ihtiyacımız var. Allah rahmet eylesin.

Notlar:

[1] http://www.al-akhbar.com/node/127052

[2] Urvetü’l Vüska Cemaleddin Afgani’nin Muhammed Abduh’la birlikte çıkardığı bir dergi. Kulüple ilgili bilgiler oldukça sınırlı ama bu ismin tercih edilmesinin tesadüfi olduğunu düşünmüyorum. Bölgede hangi direniş ya da uyanış hareketine bakarsanız bakın arkasında Afgani’yi görürsünüz.

(Yazar ve makale hakkında not: Araştırmacı-gazeteci ve Ortadoğu uzmanı İslam Özkan, geçmişte farklı kurum ve kuruluşlar içinde yer almış ve yazıları muhtelif yayın organlarında yer almıştır. Halen Kudüs TV’de çalışan Özkan, bu makaleyi BDS Türkiye web sitesine özel olarak kaleme almıştır.)