Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) 1 Şubat’ta İsrail’i bir apartheid devleti şeklinde tanımlayarak bunu yapan üçüncü büyük insan hakları örgütü oldu. Bu, uluslararası duyarlılığın İsrail’in Filistinlilere zulmetmesine karşı çıkmaya yöneldiğine işaret ediyor
İngiltere Eğitim Bakanı Nedim Zahavi geçen hafta, ünlü “Nehirden Denize Özgür Filistin” sloganının antisemit olduğunu beyan etti. Daha da ileri giderek bu sloganı atmanın ceza gerektiren bir suç olarak kabul edilmesi gerektiğini söyledi.
Irkçılıkla uzaktan yakından bir ilgisi olmayan bu slogan, Filistin’in her bir karış toprağının kurtuluşuna duyulan iştiyakı açık bir şekilde dile getiriyor. Böyle bir arzuyu suçlulaştırmak yalnızca gaddarlık değil aynı zamanda temelden Filistin karşıtlığıdır.
Fakat Zahavi’nin Britanya hükümetinin Boykot, Yatırımların Geri Çekilmesi ve Yaptırımlar Hareketini (BDS) suçlu çıkarma yönündeki artan çabaları da dâhil olmak üzere, Filistinlilerin temel haklarını savunan eylemler üzerindeki baskıyı yoğunlaştırdığı bir atmosferde yaptığı bu yorumlar şaşırtıcı değil. Zahavi’nin bu yorumları ve Britanya hükümetinin son manevrası, insan hakları örgütlerinin Filistin mücadelesine verdikleri desteği yükselttikleri bir zamanda geldi.
Uluslararası Af Örgütü’nün, Ürdün Nehri’nden Akdeniz’e kadar apartheid suçu işleyen İsrail rejimini kınadığı yeni raporu bu sabah yayınlandı. Geleneksel uluslararası hukuk ve Uluslararası Ceza Mahkemesi Roma Statüsü apartheid’ı “bir ırkın, başka bir ırk grubu veya grupları üzerinde, sistematik hakimiyet ve baskı kurmaya yönelik kurumsal bir rejim çerçevesinde ve bu rejimi koruma amacıyla işlediği insanlık dışı fiiller” şeklinde tanımlar. Pek çok kişi apartheid’ı Güney Afrika ile bağdaştırsa da apartheid’ın tanımı evrensel olarak geçerlidir ve pek çok niteliğe uyum sağlayabileceği gibi kendisini farklı yollarla dışavurabilir.
Af Örgütü’nün Filistinlilerin yaşadığı deneyimler de dâhil olmak üzere onlarca yıllık araştırmalara dayanan raporu Filistinlilerin, yaşadıkları yerlere bağlı olarak muhtelif mekanizmalar ve kontrol seviyeleriyle işleyen tek ve aynı tahakküm sistemine karşı nasıl direndiğini ince detaylarıyla açıklıyor. Rapor gerçekten de Filistinlileri Batı Şeria’dan Gazze’ye ve ‘48 topraklarında yaşayanlardan sürgündekilere kadar bütünlükleri içinde ele alıyor. Uluslararası Af Örgütü’nün raporunun apartheid olarak tanımladığı sistem, Yahudi olmayan nüfus pahasına İsrailli Yahudilerin hegemonyasını korumayı amaçlayan bu tekil sistemdir.
Rapor, Filistin halkının her bir coğrafi bileşenine değindiği gibi, örneğin eşit uyruk ve statü hakkının reddi gibi farklı içeriklerle ortaya çıkan apartheid tezahürlerine de değiniyor. 1948’de işgal edilen Filistin topraklarında (yani İsrail’de) yaşayan Filistinliler’e vatandaşlık verilse de İsrailli Yahudilerle aralarındaki hukuki farkı bilfiil tesis eden unsur olarak uyrukları reddediliyor. İsrail’in hayatlarının her alanını kontrol etmesine ve vatansız kabul edilmelerine rağmen 1967 yılında işgal edilen Filistin topraklarında (yani Batı Şeria ve Gazze) yaşayan Filistinlilere vatandaşlık verilmiyor.
Kudüs’teki Filistinlilere güvencesiz bir “daimi oturma izni” statüsü veriliyor. Buna göre Filistinliler şehirden ayrılırsa oturma izinleri ellerinden alınabilir. Diğer taraftan, Filistinli mültecilerin anavatanlarına dönüş hakları reddediliyor.
Raporun ele aldığı diğer bir konu, toprağa ve kaynaklara el konulması. Raporda, “İsrail’in Yahudi halkının devleti olarak tanımlanması ve Yahudi yerleşim birimlerine olan bağlılığı Filistinlilerin toprağa, mülke ve kaynaklara erişimde eşitlikten yararlanması yönündeki her türlü olasılığı imkansız hale getirmiş, toplumsal ve ekonomik haklardan yararlanma konusunda ise yıkıcı sonuçlar doğurmuştur” ifadelerine yer veriliyor.
Bu rapor, türünün tek örneği değildir. İnsan Hakları İzleme Örgütü geçen sene, apartheid uyguladıkları için İsrail’i kınadıkları kendi raporlarını paylaşmıştı. Aynı zamanda Filistinli akademisyenler ve eylemciler on yıllardır, yaşadıkları bu zulmün girift ve karmaşık bir apartheid biçiminden kaynaklandığını söylüyorlar. Dahası, bu zulmün bir asır önce Filistin’de başlayan yerleşimci sömürgeci Siyonist projenin doğrudan bir sonucu olduğunu ifade ediyorlar.
Uluslararası hukuk çerçevesinde çalışan insan hakları örgütlerinin sıklıkla gözden kaçırdığı şey de tam olarak bu özgül bağlam, yani yerleşimci sömürgeciliğidir. Gerçekten de uluslararası hukukta sömürgeciliğe ve yerleşimci sömürgeciliğe işaret edebilecek kısıtlı hükümler vardır. Filistinlilerin Filistin’deki duruma bakarken – yalnızca uluslararası hukuka dayanmayan- daha bütüncül bir kavrayışı savunmalarının sebebi budur.
Yerleşimci sömürgeci bağlam, son hamle göz önüne alındığında daha da hayati bir konu olmaktadır. Tehlike, adalet ve dekolonizasyon taleplerini iç içe ören bir anlayış yerine apartheid’a son verilmesi çağrılarının yalnızca liberal bir eşitlik anlayışı üzerinden ilerler hale gelmiş olmasıdır.
Yine de Uluslararası Af Örgütü gibi bir örgütün İsrail’in uyguladığı apartheid’ı kendi örgütsel lügatiyle pekiştirerek açıklaması son derece önemlidir. Milyonlarca üyesi bulunan, kendi tabirleriyle bütün dünyada ‘adalet, hakikat, özgürlük ve insan onuru’ için çalışan Uluslararası Af Örgütü dünyanın en büyük halk hareketi menşeli insan hakları örgütüdür. Af Örgütü’nün kampanyaları arasında iklim değişikliğiyle mücadele etmek, sığınmacı ve göçmenlerin haklarına destek olmak vardır ve ilerici ve özgürlükçü çevreler tarafından örgüte çok saygı duyulur. Bu sebeple bu raporun ses getirmesi kaçınılmazdır – çünkü Filistinlilerin temel haklarını ve kurtuluş hedefini savunamamak yönündeki siyasi tutarsızlık aslen bu çevrelerde karşımıza çıkıyor. Bu rapor bu tutarsızlıkları muhakkak sarsacaktır.
Raporun sonuç kısmında üçüncü tarafların takipçi olabilmeleri için “hukuki yollar” ve politikalar önerilmektedir. Hâlihazırda apartheid uluslararası hukukta insanlığa karşı suç olarak hüküm altına alınmıştır. Bu da pek çok yasal girişimin önünü açmaktadır. Af Örgütü özellikle de, İsrail rejimiyle sıkı bağları olan İngiltere gibi ülkelere, silah satışına son vermesi ve insanlığa karşı suç işleyenlere karşı kendi yetki sınırları içerisinde uluslararası yargılama tatbik etmesi dâhil çeşitli girişimlerde bulunması için çağrıda bulunmaktadır.
Fakat bu raporun sonucunun ışığında İngiltere gibi ülkelerden herhangi bir acil politika değişikliği beklemek saflık olacaktır. Britanya hükümetinin İsrail rejimiyle ticaret anlaşmalarından silah satışlarına kadar derin ve suç ortaklığı ilişkisi vardır. Britanya’nın savunma yetkilileri İsrail’e, özellikle Gazze’de Filistinlilere karşı savaş suçu işlemek için kullanılmak üzere rekor miktarlarda silah satmaktadır. Britanya hükümeti Filistinlilerin İsrail’i sorumlu tutma girişimlerini yaraya tuz basarcasına sürekli engellemektedir. Britanya başbakanı Boris Johnson geçtiğimiz sene, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin İsrail’in işlediği savaş suçlarına yönelik sürdürdüğü soruşturmaya karşı olduğunu alenen dile getirmişti.
Bu samimi ilişkinin ve İngiltere hükümetinin İsrail apartheid’ını sınamayı reddetmesinin sürpriz bir tarafı yok. Thatcher ve hükümeti, Güney Afrika apartheid rejimini yüksek sesle destekliyordu ve herkesin bildiği gibi ANC (Afrika Ulusal Kongresi) örgütünü terörist ilan etmişti. İsrail’in, aynı zamanda, Güney Afrika apartheid rejimine kendi silah sanayisini kurmasında yardım etmesi tesadüf olmasa gerek. Muazzam taban hareketinin ve uluslararası baskının ardından İngiltere hükümeti sonunda Güney Afrika rejimine verdiği desteği sonlandırsa da hükümetteki pek çok kişi rejimi desteklemeye devam etti. Hatta Thatcher apartheid rejimine yönelik çok ağır yaptırımların uygulanmasına karşı lobi faaliyetlerinde bulundu ve bu mücadelesinde başarıya ulaştı.
Uluslararası Af Örgütü’nün raporu İsrail rejimini adıyla çağırmak için kullanışlı bir araç olsa da Filistin’in kurtuluşuna bir adım daha yaklaşabilmemiz için İngiltere dâhil küresel hâkim düzenin yüksek katmanlarında meydana gelecek sarsıntılara hâlâ ihtiyaç var. Böylesi sarsıntılar ancak ve ancak süregelen yerleşimci sömürgeciliği ve bütün tezahürleriyle apartheid’ı reddeden ve yalnızca eşitlik için değil, aynı zamanda adalet ve dekolonizasyon için çağrıda bulunan devasa halk hareketlenmeleriyle yaratılabilir.
[tribunemag.co.uk’da 1 Şubat 2022 tarihinde yayımlanan İngilizce orijinalinden bdsturkiye.org tarafından Türkçeye çevrilmiştir]