İsrail Filistinlilerin naaşlarını bile suçlu çıkarıyor – Hebh Jamal

İsrail Filistinlileri, hatta ölü Filistinlileri bile, işgale karşı direnişin özneleri olarak görüyor. Cansızken hiçbir tehdit teşkil etmemelerine rağmen İsrail, naaşlara isim vermeyerek onları büsbütün aşağılamayı ve insanlıktan çıkarmayı hedefliyor. İsrail, apartheid rejimine karşı çıkacak herkese ölülere yaptıkları muameleyi örnek göstererek kolektif cezalandırma uyguluyor

İsrail, Filistinlileri devlet şiddetinin toplumun her kesiminde farklı biçimlerde uygulandığı zalim bir askeri işgale maruz bırakıyor. Hatta İsrail Filistinlilere sadece hayattalarken vahşice saldırmıyor. Yerleşimci sömürgeci devlet; aşağılayıcı, onur kırıcı ve Filistinlilerin naaşlarını ailelerinden mahrum bırakan ölüye şiddet pratiğine de başvuruyor. Filistinlilerin cansız bedenleri yoğun şekilde suçlulaştırılıyor ve canlılarmış gibi şiddete uğruyor. Dolayısıyla bu bedenler, İsrail’in sömürgeci ve askeri pratiklerinin uygulama mekânı oluyorlar. 

İsrail, Filistinlilerin naaşları üzerindeki sömürgeci şiddetini çok farklı şekillerde uygulamaya koyuyor. 2019 yılının Kasım ayında, dönemin Savunma Bakanı Naftali Bennett, İsrail ordusuna verdiği emirle, aile üyelerinin cenaze töreni düzenleyememesi için “Filistinlilerin terörist bedenlerinin iade edilmesini tamamen durdurdu”. Filistinlilerin naaşlarının alıkonulması politikası kesintili olarak 1967 yılına kadar geri götürülebilir. 

“Terörist” kavramı tabii ki açık uçlu tanımlanıyor. Bu yılın Haziran ayında 29 yaşındaki Mai Afana, arabasıyla Ramallah’a giderken Batı Şeria’nın Himza köyü yakınlarında İsrail askerleri tarafından katledildi. Ailesinin tamamen reddettiği açıklamada İsrail ordusu Mai’nin, arabasıyla askerleri ezmeye çalıştığını iddia etmişti. Afana ailesi Mai’nin cansız bedenini henüz alamadı ve ona son kez veda etme şansı tanıyan, usullere uygun bir cenaze töreni düzenleyemedi. 

Neredeyse farksız bir başka olayda, Ahmed Erekat’ın naaşı ailesine henüz teslim edilmedi. Arabasıyla kendilerine çarpmaya çalıştığını iddia eden İsrail askerleri Ahmed’i kız kardeşinin düğününe giderken vurarak öldürdü. Ancak video görüntüleri, İsrail’in Filistinli “terör saldırısı” açıklamasıyla gerçekten ne yaşandığı arasında hiçbir ilginin olmadığını gösterdi. Bilirkişi incelemeleri, çarpışmanın bir kaza olmasının daha kuvvetli bir ihtimal olduğunu ortaya koydu. İsrail yine de, Erekat’ın naaşını defnedebilmeleri için ailesine vermeyi reddediyor.

İsrailli yetkililer, insani ve uluslararası hukuku pervasızca ihlal ederek Filistinlilerin cansız bedenlerini alıkoyma politikasını sürekli tekrar ediyor. Cenevre Sözleşmesi’ndeki maddeler vefat eden ve İsrail ordusu tarafından öldürülen Filistinlilerin bedenlerinin dini geleneklere uygun bir şekilde toprağa verilmesinin gerekliliğini güvence altına alıyor.

“Nerede oldukları kim olduklarıdır”

Şehitlerin Naaşlarını Geri Alma Filistin Ulusal Girişimi’ne göre, İsrail 2015 yılından beri 81 Filistinlinin naaşını alıkoyuyor. Filistinli ailelere hiç iade edilmeyen naaşlar, İsrail’in kötü nam salmış “numaralar mezarlığında” tutuluyor. Bu mezarlıklar, üzerinde isimler yerine numaralar bulunan toplu mezarlardan oluşuyor ve İsrail’in birçok yerindeki kapalı askeri bölgelerde bulunuyorlar. 

İsrail Filistinlileri, hatta ölü Filistinlileri bile, işgale karşı direnişin özneleri olarak görüyor. Cansızken hiçbir tehdit teşkil etmemelerine rağmen İsrail, naaşlara isim vermeyerek onları büsbütün aşağılamayı ve insanlıktan çıkarmayı hedefliyor. İsrail, apartheid rejimine karşı çıkacak herkese ölülere yaptıkları muameleyi örnek göstererek kolektif cezalandırma uyguluyor. 

Profesör Nadera Shalhoub Kevorkian “ölülerin gömüldükleri coğrafya, İsrail devletiyle Filistinli naaşlar arasındaki ilişkiyi şekillendiren asli güçtür” diye yazıyor. Mevzubahis yerli halklar olduğu sürece Kevorkian “nerede oldukları kim olduklarıdır” diyor. 

Bu insanlıktan çıkarma yöntemi elbette bütün İsrail toplumuna sirayet ediyor. Pek çok devlet kurumu ve toplumsal kurum adil şekilde yargılanmaya değmeyecek Filistinlilerin öldürülmesini meşrulaştırma faaliyetine pervasızca katkıda bulunuyor. Bennett “teröristlerin öldürülmesinde ve naaşlarının toplanmasında” orduyu tamamen desteklediğini söyledi. Twitter’da “bu böyle yapılmalıdır ve böyle yapılacak da” diye yazdı.

Bu tweet, Muhammed Ali en-Naim’in Gazze’de vahşice öldürülmesi üzerine atılmıştı. Video görüntülerine göre bir İsrail buldozeri El-Naim’in üzerinden geçiyor ve ayrım duvarının İsrail tarafına tekrar geçmeden önce buldozerin kepçesinin kenarından sarkan bedeni pek çok defa kepçeye yerleştirmeye çalışıyor. 

Bütün dünyanın izlediği bu videoda İsrail yalnızca Filistinli bir naaşın onurunu kırmıyor, dahası meşrulaştırdıkları bu hareketten ötürü hiçbir tepkiyle karşılaşmıyor ve gelecekte de Filistinlilerin naaşlarına aynı acımasızlık seviyesinde davranacağı mesajını veriyor. 

Uzun bir tarih 

Suhad Naşif Filistin’de Tarihsel ve Güncel Adli Tıp Uygulamaları adlı kitabında Filistinli ölü bedenlerin yolculuğuna ilişkin etnografik bir buluşu sunuyor. Kitapta, devletin ölü bir bedeni nasıl kurduğunu, “Siyasal toplumsal bağlam, Filistinlilerin ölü bedenleri için otonomi ile işgal arasındaki sınırların kesin olmadığı bir durumdur” cümlesiyle açığa çıkarıyor. 

Cezai soruşturmada naaş İsrail’in adli gözlemine, eğer sivilse Filistin gözlemine tabi tutuluyor. Naaş, mezara varmadan önce pek çok bürokratik kurumdan geçiyor. Filistinli naaşı devlet aktörlerinin “toplumsal düzeni koruma aracı olarak” kullandığı bir toplumsal öznedir. 

Bu araç tarihsel bir araçtır. 1967 itibariyle tüm Filistinli naaşların otopsileri İsrail Adli Tıp Ulusal Merkezi’nde yapılıyordu. Neredeyse bütün otopsileri patologlar yürütüyordu ve sadece çok az vaka için insan hakları örgütlerinin yabacı patologları otopsiye dahil etmesine izin veriliyordu. Sonuç olarak kurum, Yahudi ve Filistinli naaşlara birbirinden çok farklı şekillerde davranıyordu.

İsrail yasalarına göre otopsiler ölen kişinin ailesinin rızasını gerektiriyor. Ancak söz konusu olan herhangi bir siyasi davaya konu olan bir Filistinlinin naaşıysa bu kural yok sayılıyor ve genellikle İsrail yüksek mahkemesinden de destek görüyor. Birinci İntifada sırasında Filistinlilerin cansız bedenleri organ kaçakçılığı gibi istismarlara maruz kaldı. İsrail ordusu, mahkeme kararıyla getirilen, zorunlu olarak otopsi yönünde bir askeri düzenlemeyi kullanarak Adli Tıp Merkezi’nin öldürülen her Filistinlinin organlarını toplamasına izin verdi. 

Meira Weiss Ölü Bedenleri Üzerinde – İktidar, Bilgi ve İsrail’de Adli Tıp Kurumu adlı kitabında şöyle yazıyor: “Organ bankaları Birinci İntifada sırasında araştırmalar ve tıp eğitimi için Filistinlilerin kaçırılan organlarını kullanıyordu. Birçok Adli Tıp Merkezi çalışanı Birinci İntifada’yı, organların sürekli ve alındığı güzel günler olarak anıyor.” 

Daha Birinci İntifada döneminde İsrail, Filistinlilerin naaşlarının tıp etiğini uygulamaya değmeyeceğini düşünüyordu. Tıp ve hukuk kurumları Filistin halkı üzerinde bir hakimiyet duygusu yaratmak için Filistinlilerin naaşlarına adli tıp aracılığıyla zulmedilmesini meşrulaştırıyordu. Tıbbi terimler kullanarak yapıyorlardı bunu. Bu da -hukuk ve tıbbın kesiştiği yerde bulunan- adli tıbbın Filistinlilerin cansız bedenlerini nasıl suçluya dönüştürdüğünü gözler önüne seriyor. Bu cansız bedenleri bile, İsrail’in hegemonik gücüne karşı direnişin aşağılanması gereken kaynakları addediyorlardı. 

1993 yılında Filistin Yönetimi’nin lideri Yaser Arafat’ın ilk kararlarından biri Batı Şeria’da bir adli tıp kurumu kurmaktı. Adli tıp kurumu kurma çabasının bir amacı vardı. Filistin Yönetimi ve Arafat, halkları üzerinde meşru bir organ olabilmek için naaşlar üzerinde hukuk ve tıp aracılığıyla egemenlik kurmanın gerekliliğini idrak etmişlerdi. 

Yaşayanların ve ölülerin mekanlarını mülksüzleştirmeyi amaçlayan sömürgeci İsrail rejimi, cenaze törenlerinde bile tam kontrol sağlamayı hedefliyor. Babasının arabasının arkasında otururken İsrail askerleri tarafından katledilen 12 yaşındaki Muhammed el-Alemi’nin cenazesinde İsrail askerleri törene katılan 20 yaşındaki Şevket Halid Avad’ı vurarak katletti. 

İsrail askerleri Muhammed’in cenazesine katılan Filistinlilere göz yaşartıcı gazlar, plastik mermiler ve ses bombalarıyla saldırdı. Filistinli aileler ölülerine saygı göstermek için tehlikeli de olsa ellerinden gelen her şeyi yaparken İsrail, cenazeye katılanlara vahşice saldırıp onları suçlulaştırarak sömürgeci otoritesini kabul ettirme peşinde. İsrail kendisi için, hiçbir Filistinlinin hatta 12 yaşındaki Filistinli masum bir çocuğun bile arkasından yas tutmaya değmeyeceğini ilan ediyor. 

“Filistinlilerin bedenleri temizlik mantığını deneyimliyor, ölülerin de sömürgecinin toprağından ve görüş alanından yok olmaları gerekiyor,” diye yazıyor Kevorkian. “Gömülme ya da huzur içinde ölme hakkı tanınmayan” Filistinliler İsrail devletinin üzerlerine dikilmiş gözleri altında kalıyorlar. 

Ölüye şiddet İsrail pratiğinin mütemmim cüzü oldu. Sömürgeci bir güç için canlılarla ölüler arasındaki sınırlar bulanıktır. Filistinlilerin naaşlarına saygı duymak onlar hayattayken varlıklarını insanileştirmenin bir emsalini teşkil eder – yani İsrail ordusunun Filistin halkı üzerinde kontrol ve baskı uygulamaya ihtiyaç duyduğu sürece asla yapamayacağı şeyi. 

[Mondoweiss’te 2 Eylül 2021 tarihinde yayımlanan İngilizce orijinalinden Gökay Demirel tarafından bdsturkiye.org için çevrilmiştir]