Bu dönem, Filistin’de işgal, abluka ve apartheid sisteminin bitmesi, Filistinli esirlerin özgür bırakılması ve Filistin halkının kendi toprağında özgür yaşaması için mücadele edilmesi gereken günlerdir. Filistin halkının sağlık koşullarını salgınla mücadele için imkânsız hale getiren işgali normalleştirmek, kabul edilemez
COVID-19 salgının tüm dünyayı olumsuz etkilediği bu günlerde, dünyanın her yerinde farklı zorluklar yaşanırken işgal altındaki Filistin’de bu zorlu süreç, işgalin getirdiği koşulları daha da görünür kıldı. Öncelikle İsrail devletinin uluslararası hukuku çiğneyerek gerçekleştirdiği işgal, abluka ve apartheid sistemini, dünyaya yayılan ve tüm sınırları aşan salgına rağmen sürdürüyor olması, Filistin halkının bu salgınla baş etmesini imkânsız kılıyor. Gazze, 14 yıldır devam eden ablukanın ve askeri saldırıların sonucu olarak, sağlık ihtiyaçlarını normal koşullarda karşılamakta güçlük çekiyor. COVID test kitlerinin iki gün önce bittiği açıklanan Gazze’de, iki milyon insana karşılık sadece 110 yoğun bakım ünitesi mevcut ve halihazırda %70’i dolu. Koruyucu ekipman ve laboratuvar malzemesi yeterli değil, dahası kişisel hijyeni sağlamak için yeterli temiz su mevcut değil. 14 yıldır İsrail’in ekonomik ablukası altındaki Gazze’de, COVID-19’a karşı önlem olarak alınan hayatı durdurma kararı, şartları daha da güçleştirdi. İşgal altındaki Batı Şeria’nın durumu daha da kötü. 3 milyon nüfus için sadece 175 mekanik ventilasyon cihazı mevcut. Salgınla baş etmek için yoğun bir çalışma yürütülse de işgalin getirdiği koşullar sebebiyle bu neredeyse imkânsız. İşgalin sebep olduğu temel meselelerden biri işsizlik. İşsizlik nedeniyle İsrail’de çalışmak zorunda kalan ve apartheid sisteminden ücretli izin alma hayallerini bile kuramayan onbinlerce işçinin, pandeminin daha yoğun yaşandığı İsrail’de çalışmak zorunda kalması, Filistin halkı için büyük bir tehdit oluşturuyor. Filistinliler için diğer bir endişe kaynağı esirler. Salgın sebebiyle Filistinli esirlerin aileleriyle görüşmesi yasaklandı. İki esirin koronaya yakalanması akabinde yedi bini aşkın mahkûm korona tehdidiyle karşı karşıya. Öte yandan İsrail vatandaşı olan Filistinliler, sağlık hizmetlerine eşit erişimlerinin olmadığından yakınıyor. Lübnan’da yoksulluk sınırı altında yaşayan mülteci kamplarındaki sorunlarından bahsetmeye kelimeler ve satırlar yetmiyor.
Tüm bunlar söz konusuyken Türkiye, İsrail’e tıbbi malzeme satışı gerçekleştireceğini açıkladı. Olası tepkiler için, haberler, Filistin’e yardım gönderme notuyla servis edildi. Elbette ki sağlık konusunda tüm insanlar birbiriyle dayanışma göstermelidir. Ne var ki hak tanımaz ve ırk ayrımcı politikalarıyla, Filistin halkının şu anda yaşadığı zorlukların ve temel insani ve tıbbi malzemeye ulaşamamasının sorumlusu olan İsrail devletine yapılan bu satış, işgal devletinin yarattığı ve sürdürdüğü koşulları normalleştirmek anlamına geliyor. Salgın döneminde de insan hakları ve uluslararası hukuku ihlal etmeye ara vermeyen İsrail devleti, Filistinlilere sağlık yardımı götürülmesini hukuka ve etiğe aykırı olarak uyguladığı ablukanın tanınması koşuluna bağlıyorsa, bu olsa olsa ablukanın kaldırılması talebine daha hayati bir önem kazandırır. Şantaja boyun eğmek yerine İsrail’e ablukayı kaldırması ve işgali sonlandırması karşılığında tıbbi malzeme ulaştırma koşulu sunulmalı, bunu kabul etmiyorsa, Filistin halkına yardım gönderilmeli, bu desteğin Filistinlilere ulaştırılması fiilen engellenirse işgal devleti teşhir edilmelidir.
Bu dönem, Filistin’de işgal, abluka ve apartheid sisteminin bitmesi, Filistinli esirlerin özgür bırakılması ve Filistin halkının kendi toprağında özgür yaşaması için mücadele edilmesi gereken günlerdir. Filistin halkının sağlık koşullarını salgınla mücadele için imkânsız hale getiren işgali normalleştirmek, kabul edilemez. BDS Türkiye olarak bu satışın bu koşullarda durdurulmasını ve Filistin halkına yardımların ulaştırılmasını talep ediyor, Türkiye kamuoyuna bu konuda sessiz kalmaması için çağrıda bulunuyoruz.
BDS Türkiye