Filistinlilerin şu anda içinde bulunduğu kötü durum sebebiyle, Ebu Dis kendisini başkent olmayı bekleyen bir yerden ziyade, kademeli olarak distopik bir açık hava hapishanesinin bir koluna dönüşüyor gibi hissediyor.
Ebu Dis’e giriş, Trump yönetiminin burayı Kudüs’ün yerine gelecekteki Filistin devletinin başkenti olarak belirleme niyetinde olduğu yönündeki haberler sebebiyle, bundan daha sıkıntı verici olamazdı.
Batı Şeria’nın bu küçük kasabasına girmeye çalışma cesaretini gösteren ziyaretçiler, 26 fit (Yaklaşık 8 metre) yüksekliğindeki beton levhalardan oluşan dev bir alanla -İsrail’in ayrım duvarıyla- karşı karşıya kalıyor. Duvarın bazı kısımları, yıllar önce burada oturanların yapıyı zayıflatıp yıkma umuduyla yaktığı ateşler sebebiyle siyah yanık izleri taşıyor.
On yıldan uzun zaman önce bu duvar dikilmeden önce Ebu Dis’in, yarım milden biraz fazla uzaklıktaki Kudüs Eski Kent’e ve ikon olmuş altın kubbeli Kubbet’üs-Sahra’ya uzanan vadi boyunca, göz alıcı bir manzarası vardı. İslam’ın üçüncü en kutsal mabedi olan El-Aksa’ya, yahut İsa’nın çarmıha gerildiği alan olarak bilinen Kutsal Kabir Kilisesi’ne yalnızca birkaç dakikalık bir araç yolculuğu ya da bir saatlik bir yürüyüşle ulaşmak mümkündü.
Bugün ise kasabanın 13 binden fazla sakini için Kudüs, başka bir gezegende olabilir. Artık Kudüs’ün kutsal mekanlarına, dükkanlarına, okullarına yahut hastanelerine erişemiyorlar.
Ebu Dis, sakinlerinin ifadesiyle, dört bir koldan -İsrail’in baskıcı duvarı, topraklardan geriye kalmış olanları acımasızca gasp eden yasadışı Yahudi yerleşim birimleri ve uzmanlara göre insan sağlığına tehdit teşkil eden, İsrailliler tarafından işletilen büyük bir katı atık sahası- kuşatılmış durumda.
Filistin otoriteleri Ebu Dis’i kontrol dahi etmiyor. İsrail güvenlik kameraları bölgeyi izliyor ve İsrail askerleriyle dolu zırhlı cipler kalabalık caddelere istediği gibi dalıyor.
Belki buna uygun şekilde, Filistinlilerin şu anda içinde bulunduğu kötü durum sebebiyle, Ebu Dis kendisini başkent olmayı bekleyen bir yerden ziyade, kademeli olarak distopik bir açık hava hapishanesinin bir koluna dönüşüyor gibi hissediyor.
Bununla birlikte kasaba kısa süre önce mercek lambalarının altına girdi. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun eylül ayı sonlarındaki toplantısında ABD Başkanı Donald Trump, uzun zamandır beklenen -ve kendisinin “yüzyılın anlaşması” olarak adlandırdığı- barış planının yıl sonunda açıklanacağı sözünü verdi.
Ocak ayında Filistin lideri Mahmud Abbas ilk defa, Beyaz Saray’ın kendisini Ebu Dis’i başkent olarak kabul etmesi için sıkıştırdığını teyit etti.
Bu mesele, Trump’ın on yıllardır var olan bir diplomatik konsensüsü bozup ABD Büyükelçiliği’ni Tel Aviv’den Kudüs’e taşıdığı mayıs ayından bu yana Filistinliler için oldukça hararetli bir mesele olageldi. Nitekim Trump yönetiminin bu adımı, bir zamanlar yaygın şekilde paylaşılan, İsrail’den 1967’de işgal ettiği Doğu Kudüs’ten çekilmesinin ve Filistinlilerin burayı başkent ilan etmesine izin vermesinin isteneceği yönündeki varsayımı altüst etmişti.
Washington bilakis, şehir sınırlarının hemen dışında bulunan Ebu Dis’i Doğu Kudüs’ü ikame edecek bir başkent olarak ambalajlayabileceğine inanıyor gibi görünüyor.
Filistinlilerin Ebu Dis gibi gettolaşmış, anonim bir ilçenin ulus inşası projelerinde bu denli merkezi bir rolde olmasını kabul edebilecekleri düşüncesi ne kadar akla yatkın?
Eski bir Filistinli bakan olan Ghassan Hatib, Trump’ın Filistin yönetimi arasında bu girişim için alıcı bulamayacağını söyledi. Hatib, “Kudüs’ün başkent olmadığı bir Filistin devletinin işlemeyeceği bellidir” dedi ve ekledi: “Mesele yalnızca Kudüs’ün dini ve tarihsel önemi değil. Kudüs aynı zamanda Filistinliler için stratejik, ekonomik ve coğrafi önem de taşıyor.”
Ebu Dis halkı da aynı hisleri taşıyor gibi görünüyor ve içlerinden pek çok kişi Kudüs’ün muazzam sembolik gücüne ve uluslararası turizmin Filistin ekonomisini geliştirmede oynayabileceği potansiyel role işaret ediyor.
Ebu Dis ise çarpıcı bir çehre değişikliği geçirse bile herhangi bir ziyaretçiyi kendine çekemez. Kasabaya giden ve 40 bin Yahudi’nin yaşadığı dev Ma’ale Adumim yerleşim biriminin eteklerinde bulunan yol, İsraillilerin bölgeye girmesinin tehlikeli olduğu ikazında bulunan kırmızı tabelalarla dolu.
Duvarın Ebu Dis girişindeki kısmı, kasaba sakinlerinin yalnızca İsrail’e değil, aynı zamanda kendi liderlerinden bazılarına karşı artan öfkelerini ve hayal kırıklıklarını yansıtıyor. Sanatçılar, 16 yıldır İsrail’in elinde tutuklu bulunan Filistinli direniş lideri Mervan Barguti’nin dev bir resmini sprey boyalarıyla çizmiş. Çizim, Barguti’yi kelepçeli ellerini kaldırıp zafer işareti yapar halde gösteriyor.
Fakat dikkat çekici bir şekilde onun yanında, yüzü çizilmiş olan Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas’ın çok daha küçük bir resmi bulunuyor. Abbas, İsrail işgal güçleriyle yapılan “güvenlik işbirliğini” devam ettirmesi sebebiyle içeride artan eleştirilerle karşılaşıyor.
Böyle bir işbirliğine duyulan kızgınlık, Ebu Dis’te daha yakından hissediliyor. Duvardaki büyük demir kapılar, İsrail ordusunun kasabaya giriş çıkış yapabilmesine olanak veriyor.
Ekim ayı başlarında İsrail ordusu, yerel okulları kapatmak ve binlerce öğrencinin Ebu Dis’teki en önemli kamu kuruluşu olan Kudüs Üniversitesi yerel kampüsündeki derslere katılmasını engellemek için büyük çaplı bir baskın gerçekleştirdi.
1990’ların ortalarında imzalanan Oslo anlaşmaları uyarınca geçici olarak Ebu Dis’in tamamı İsrail askeri kontrolüne, bir kısmı da aynı zamanda İsrail sivil kontrolüne verildi. Bu geçici durum kalıcıya dönmüş gibi görünüyor ve kasaba sakinlerini, inşaat izni vermeyen ve kolayca yıkım emirleri çıkaran hasım İsrail otoritelerinin ellerine bırakıyor.
Kısıtlamalar, Ebu Dis’in başkent bir yana, herhangi bir şehirle ilişkilendirilebilecek altyapının çoğundan yoksun olması anlamına geliyor.
Yerel bir aktivist olan Abdülvehhab Sabbah, “Biz şu anda İsrail ordusu tarafından kontrol edilen küçük bir toprak adacığında yaşıyoruz” şeklinde konuştu. Duvarın Ebu Dis’i Kudüs’ten koparma biçimine değinen Sabbah şunları ekledi: “Bir zamanlar kullandığımız okulları, hastaneleri, kutsal mekanlarımızı, şehrin sunduğu iş imkanlarını kaybetmekle kalmadık. Aynı zamanda aileler de bölündü, Kudüs’teki akrabalarımızı ziyaret edemez hale geldik. Biz öksüz kaldık. Annemiz olan Kudüs’ü kaybettik.”
Ebu Dis’e doğru kısa bir sürüş yapıldığında, dev bir bina iskeleti gözümüze çarpıyor ve bize, Ebu Dis’in derecesinin yükseltilmesi fikrinin tek başına Trump’a ait olmadığını hatırlatıyor. Nitekim Hatib’in belirttiği üzere, İsrail 1990’ların sonlarında, Oslo anlaşmasının Filistinli liderlere Gazze’ye ve Batı Şeria’nın sınırlı kısımlarına dönme izni vermesi sonrasında Ebu Dis’i ikinci Kudüs olarak tanımlamaya başlamıştı.
Doğu Kudüs’ün yoğun nüfuslu mahallelerine daha yakın bir tutunma noktası bulma konusunda çaresiz olan Filistin liderliği de buna uyum sağladı. Bu liderler İsrail’in en sonunda Ebu Dis’i tümüyle Filistinlilerin kontrolüne bırakmasını ve gelecekteki bir barış anlaşmasında Doğu Kudüs’e ilhak edilmesine izin vermesini bekliyordu.
1996 yılında Filistinliler, Ebu Dis’in Kudüs’e en yakın tarafında 4 milyon dolara bir parlamento binası inşa etmeye başladı. Konum, merhum Filistin lideri Yaser Arafat’ın ofisi Mescid-i Aksa’yı görecek şekilde seçilmişti.
O zamanın haberleri, Ebu Dis’in Batı Şeria’daki Filistinlilerin mescide ulaşması için bir geçit, yahut “güvenli koridor” haline geldiğinden söz ediyordu. Ebu Dis ve Eski Kent arasında bir tünel inşa edilmesi de öneriliyordu.
Bununla birlikte 2000 yılında Filistin ayaklanmasının, yahut intifadanın patlak vermesiyle, parlamento için yapılan çalışmalar durdu. İç kısım hiçbir zaman bitmedi ve şimdi El-Aksa görünmüyor. Duvar, parlamentoyu da Kudüs’ten ayırdı.
O tarihten bu yana İsrail, Filistin Yönetimi’nin Doğu Kudüs’te herhangi bir role sahip olmasına izin vermedi.
Bekçilik yapan Halil Erekat, kullanılmayan parlamentonun anahtarını elinde tutuyor. Erekat, şimdi içeride yalnızca güvercinlerin, yahut başıboş köpeklerin olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Artık buraya hiç kimse gelmiyor. Mekan unutuldu.”
Ve öyle görünüyor ki Filistinli yetkililerin de tercih edeceği şey bu. Trump yönetiminin kasabayı bir ikame başkent olarak önermesiyle birlikte şimdi parlamento rahatsızlık veren bir yapı.
İsrail’in Ebu Dis’i Kudüs’ün bir kırsal banliyösünden gözü rahatsız eden bir gettoya ne kadar hızlı bir şekilde dönüştürdüğünün kanıtı, parlamento binasının etrafındaki evlerde görülebiliyor. Binanın yanı başındaki, bir zamanlar ihtişamlı olan dört katlı bir binanın, yakında başkent olacak bir yerden ziyade, savaşın tahrip ettiği Gazze’de olması daha yerinde olurdu. Binanın çökmüş çatısı, binanın geri kalanının üzerinde tehlikeli bir şekilde duruyor.
64 yaşındaki emekli marangoz Muhammed Anati, en alt katta eşi ve üç oğluyla birlikte oturan bir kiracı.
Anati, yıkımın birkaç yıl önce Kudüs Belediyesi tarafından gerçekleştirildiğini ve görünürdeki nedenin üst katların İsrail askeri otoriteleri tarafından 1967 yılında empoze edilen planlama kurallarını ihlal etmesi olduğunu söyledi. Komşular, İsrail’in gerçekte, duvarın üzerinden görülen görüntü sebebiyle üst katlarla daha fazla ilgilendiğini ileri sürüyor.
Anati, paradoksal bir şekilde Kudüs Belediyesi’nin duvarın yanındaki bu küçük mahalleye kendi yetki alanındaymış muamelesi yaptığını söyledi ve “Şehirle bağlantımızın kesilmesine ve hiç hizmet almamamıza rağmen Kudüs’e belediye vergileri ödememiz gerekiyor” şeklinde konuştu.
Ebu Dis’in Filistin’in başkenti olabileceğini düşünüp düşünmediğini sorduğumuz zaman ise Muhammed Anati güldü ve şu şekilde konuştu: “Trump bize yüzyılın en kötü anlaşmasını sunacak. Kudüs’ün başkent olması gerekir. Burada, İsrail’in duvarı inşa etmesinden bu yana Kudüs’e ait hiçbir şey yok.”
Ghassan Ebu Hillel’in yakınlardaki iki katlı binası, gri beton levhalar üzerinde duruyor. Ebu Hillel, duvarın üzerindeki kameraların kendisinin ve komşularının faaliyetlerini 24 saat izlediğini söylüyor.
Ebu Hillel’in ailesi bu eve 1967 yılında, kendisi 14 yaşındayken, İsrail’in Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ün geri kalanıyla birlikte Ebu Dis’i işgal etmesinden kısa süre önce taşınmış.
Duvar inşa edilinceye kadar zamanını, çevrelerdeki tepelerde koyun ve keçi otlatarak geçiriyormuş. Şimdi onları duvarın bir köşesine toplaması gerekiyor. Bu köşede eğreti bir grafiti yazısı görünüyor: “Hapishane duvarına baltayla vurun. Kaçın.”
Bir zamanlar iki yüzden fazla koyundan oluşan sürüsü şimdi ancak bir düzineden ibaret. Hayvanlar artık tepelerde otlayamıyor ve Ebu Hillel de onları samanla beslemenin maliyetini karşılayamıyor.
Ebu Hillel ve koyunlarının aksine, güvercinleri halen özgürlüğün tadını çıkarıyor: “İstedikleri zaman duvarın üzerinden uçup Kudüs’e ulaşabiliyorlar.”
Ebu Hillel, ailesinin 1967’den önce Ebu Dis’i çevreleyen toprakların çoğuna sahip olduğunu ekledi. Ancak bu toprakların neredeyse hepsi, askeri amaçlarla ihtiyaç duyulduğu bahanesiyle, İsrail tarafından alınmış.
O tarihten bu yana İsrail, kasabayı çevreleyen bölgelerde, Ma’ale Adumim, Kfar Adumim ve Kedar da dahil olmak üzere çok sayıda Yahudi yerleşim birimi inşa etti.
1980’lerin başlarında ayrıca bölgenin atıklarıyla baş etmek için bir deponi alanı da kurdu. 2009 yılında Birleşmiş Milletler, yanan atıklardan çıkan zehirli dumanların ve yeraltı sularına giden sızıntıların yerel sakinlerin sağlığını tehdit ettiği ikazında bulundu.
Bazı kasaba sakinleri aktif bir şekilde, İsrail’in Ebu Dis’e dayattığı tecridi kırmanın yollarını buluyor.
Sabbah, Avrupalı öğrenciler, öğretmenler ve gençlik kulüpleriyle değişim programlarını teşvik eden Dostluk Derneği’nin kurucularından biri. En başarılı projesi, Ebu Dis’i Londra’nın Camden kasabasıyla kardeş kasabası yapmak olmuş.
Sabbah’ın öncü siyasi faaliyetleri muhtemelen, eylül ayında bir gece yarısı kasaba muhtarıyla birlikte evi basılan on kişiden biri olmasının sebebi. Operasyon, ifşacı “Sessizliği Kırma” grubundan eski İsrail askerlerinin “mevcudiyet tesisi” olarak adlandırdığı şeyin -yani Filistinli toplulukların yaşamlarını akamete uğratma ve korku yayma amaçlı askeri eğitim tatbikatlarının- ayırt edici özelliklerini taşıyordu.
Sabbah, Trump yönetiminin Ebu Dis önerisinin iyi niyetle yapıldığından şüphe ediyor. “Bu bir blöf” diyen Sabbah şu şekilde konuşuyor: “İsrail bütün eylemleriyle, herhangi bir Filistin devleti istemediğini gösterdi ve bu Ebu Dis’te bile olsa hiçbir başkentin olmayacağı anlamına geliyor. Bu yalnızca, İsrail hiçbir Filistinli liderin burayı asla başkent olarak kabul etmeyeceğini bildiği için önerildi. Bu şekilde de İsrail bir kez daha bizi, kendilerinin önerdiği ‘barış’ versiyonunu reddeden taraf olmakla suçlayabilecek.”
Diğer yandan bu tecrit hali içinde de olsa Ebu Dis, Kudüs Üniversitesi’nin kampüsünü barındırıyor ve burası binlerce genç Filistinliyi kendine çekerek kasabanın kalabalığını arttırıyor. Kampüs, 1980’lerden beri Ebu Dis’te faal.
Güneydeki Filistin şehirleri Beytüllahim ve Nablus, doğudaki Eriha ve kuzeydeki Ramallah’ın kesişim noktasında bulunan Ebu Dis kampüsü hızla büyüdü. Batı Şeria’lı Filistinlilerin Kudüs Üniversitesi’nin Doğu Kudüs’teki başka bir kampüsüne erişim sağlayamamasından faydalandı.
Üniversitenin etrafı çevrili ve güvenlik sıkı. İçeride öğrenciler, gölgeli bahçeleri olan geniş bir alanın tadını çıkarıyor: bu, dışarıdaki durumu kısa süreliğine unutmanın mümkün olduğu, küçük bir normallik vahası.
Buna karşın üniversite, düzenli olarak gerçekleşen ve kampüsü kapatan İsrail askeri baskınlarından muaf değil.
Nablus’tan 23 yaşındaki tıp öğrencisi Ömer Mahmud, Ebu Dis’in Filistinlilerin başkenti olup olamayacağı sorulduğu zaman kaşlarını kaldırdı.
Mahmud, “Burası tamamen İsrail kontrolü altında” şeklinde konuştu.
“Bir tarafta duvar, diğer tarafta ise İsrail yerleşimleri var. Hiçbir hizmet yok ve yıllar geçtikçe kalabalıklaşıyor.”
Beş yıldır başka öğrencilerle birlikte Ebu Dis’teki bir apartman dairesini paylaşan Mahmud, sözlerini şöyle tamamlıyor: “Dürüst olmak gerekirse, oradan çıkmak için sabırsızlanıyorum.”
[Washington Report on Middle East Affairs’de yayımlanan İngilizce orijinalinden Selim Sezer tarafından bdsturkiye.org için çevrilmiştir.]