Şimon Perez: Arap ilericiliğinin karşısında İsrail devletinin solu; yüzyıllara yayılan bir intihar süreci – Nikola Saafin

Son birkaç günde yazılı veya görsel medyaya bir saat ayırdıysanız bile mutlaka o “Nobel barış ödülünü alan”, “İsrail’deki barış hareketinin kurucusu”, “dünyada önemli bir yer sahibi” Şimon Perez’e ve hayat öyküsüne rastlamışsınızdır

Kâna (Qana) Katliamı

Perez’in Kâna (Qana) Katliamı görüntüleri “büyük kahraman” öyküsüne yakışmadığı için yerine bu siyah görsel kullanılmıştır.

Birçoğumuz, Arap coğrafyasının birçok köşesinde ve orta yerinde süregiden iç çatışmaları ve beraberindeki kaotik ortamı, halk ayaklanmalarının taşıdığı ilerlemeci hayalin dönüştüğü bölünmüş şiddet odakları (Suriye, Libya, Irak, Yemen, Mısır, Ürdün) halini gözlemlerken bütün bunların nedenini merak ediyor: kırk yıllık Mübarek dönemi öncesine bir bakış attığımızda, bağımsızlaşma mücadelesi, sanayileşme, kültürel atılım ve canlılık, sosyal devlet kurma çabaları ve birçok şeyi düşünüp nereden nereye, nasıl ve neden diye sormadan edemiyor. Tabi o Arap âlemi bizim için oryantalist bir hayal ya da tahakküme tabi olması gereken bir nesne değilse.

Son birkaç günde yazılı veya görsel medyaya bir saat ayırdıysanız bile mutlaka o “Nobel barış ödülünü alan”, “İsrail’deki barış hareketinin kurucusu”, “dünyada önemli bir yer sahibi” Şimon Perez’e ve hayat öyküsüne rastlamışsınızdır. “Solcu İsrail devlet adamı” –ikisi nasıl bağdaşıyorsa- hakkında yazılar okuduysanız veya haber izlediyseniz mutlaka bir de “İsrail solu” hakkında bir iki kelam edildiğini görmüşsünüzdür. Özellikle de yukarıda bahsettiğim soruları önemseyeceğini  düşündüğümüz “Türkiye sol medyası”nda, geçmiş ve geleceğe ilişkin tarihsel bağlamlardan yoksun tanımlamalara rastlamak da ayrı bir merak ve tahlil konusu olsa gerek.

“Büyük adam”ın hayat öyküsü ile ilgili sınırlı da olsa bilgiye ulaşmışsınızdır. Sol yazarlar ise istediği yeri alıyor ve Ortadoğu barış kahramanının öyküsünü yüceltiyorsa bilin ki mutlaka Vikipedi ve Haaretz’ten bilgilerini tazelemiş, sizlere çevirisini yapmışlardır. Ben ise bu hayat öyküsünün birkaç durağında nefes alıp o ilerlemeci ulusalcılık sevdacılarına birkaç not/soru aktarmak isterim.

Polonya’dan Filistin’e/Polonya’dan Ortadoğu’ya kalıcı işgalciliğe

Perez ve yol arkadaşı Şaron 1

Perez ve yol arkadaşı Şaron ile Mısır’da Ras Sudar bölgesinde, 1967 savaşında önemli bir çatışma alanıydı.

Birçok haber ve yazı, Perez’in Polonya’da (geldiği haliyle Belarus) doğmuş olup daha sonrasında Filistin’e ailesiyle göç etmesini yadırgamıyor. Medya artık, Filistin’i de belki o bir zamanlar keşfedilmiş ve yerlisi yok edilmiş ABD ve Kanada gibi, yeni göç yeri olarak görüyor olsa gerek. Keza Perez, ustası Ben Gurion, yol arkadaşı Rabin, Şaron ve tüm siyonist “yoldaşları” gibi Filistin’i işgal etmeye, yerli halkını temizlemeye ve İsrail denen devleti kurmaya gelmişlerdi. Ama yeni nesil sol ve “ilerici ulusal” medyada –hangi tarihsel analize binaen bilmiyorum- barış hareketi kurmaya gelmiş birer masal kahramanı olarak görülüyor.

Hagana birlikleri ve Filistin’de etnik temizlik

Rastladığım şeyler içinde en ironiği, “Zaten bir çok çevre tarafından İrgun adlı örgütle birlikte bu örgütün faaliyetlerinden ötürü ‘geçmişinde teröristlik vardı’ eleştirileriyle karşılaştı” [1] o büyük adam diyen bir solcu köşe yazarı. Hagana Savunma Birlikleri’nde de liderlik etmişmiş. Filistin halkına yönelik etnik temizliğin baş sorumlusu terör güçlerinden Siyonist Ulusalcı Sol birlikleri olan Hagana’nın Filistinlilere yapmış olduğu katliamlar eski-İsrailli [2] yazar İlan Pappe’nin Etnik Temizlik adlı kitabında ayrıntılarıyla yer alıyor. Yazarımız vikipediden bilgilerini çevirirken bunu aklına takmaya ve biraz da olsa araştırmaya zahmet etmemiş. Fakat Hagana birliklerinin (Filistinlilerin tabiriyle “çetelerinin”) liderlerinden olmak, “teröristlik” öyküsünden ziyade solcu yazarımızın göremediği, tarihsel önemde bir bulgudur. Filistin’de Arap ve Yahudilere eşit vatandaşlık verecek demokratik bir devlet hayali ve bu hayali seslendiren 20’ler 30l’ar boyunca (Arap ve Yahudi üyelerden müteşekkil) Filistin Komünist Partisi’ne düşmanlık yapan, üyelerine saldıran ve onları tutuklayan bu “sol” birlikler olmuştur. Filistin’de, bu gerçek barış stratejisine düşman oldular, Filistinli Arapların gönderilmesi transfer planını kurdular ve terör eylemleri sonucunda bugünkü İsrail’i kurup Filistin’i kuşatılmış hale getirdiler.

Genç bir solcunun başarıları: savunma bakanlığı, nükleer silah ve büyük bir savaş planı

Şaşkınlığım şu ki, Türkiye’de hayranları çokmuş bu büyük adamın. Kahramanımız daha solcu gençlik yıllarında savunma bakanlığına genel müdür olarak atanır. Hagana’da üstlendiği büyük rolün ve temizlediği Filistin köylerinin ödülü olsa gerek. Bu göreve erken yaşta atanan kahraman, Fransa ile iyi ilişkileri sayesinde kendi ülkesine nükleer silahı getirmiş ve gelişmiş bir hava savunma uçak birliği kurmuş. Dahası, aşağıda anlatılan büyük bir savaş macerasını planlamış. Aklımdan bir türlü çıkmayan soru şu: Ortadoğu coğrafyasına ilk nükleer silahı yerleştiren bir kişinin ölümünün aynı zamanda Ortadoğu’da barışın gerçekleşmesinde büyük bir sekme olarak anlatılması bir cehalet ve analitik düşünce yoksunluğunun işareti değil midir?

1956 Nasır Mısır’ına Perez’in üçlü saldırısı

Arap âleminin bağımsızlaşma coşkusunu yaşadığı o 50’li yıllarda İngiltere’nin, Mısır’ın kendi sömürge sermayesini millileştirmesine karşı (bizzat Süveyş Kanalı) beslediği kin, Fransa’nın ise Mısır’ın Cezayir’deki özgürleşme ve kurtuluş mücadelesine sağladığı katkıdan dolayı nefreti ve İsrail’in bölgede kendisiyle güç yarışı yapabilecek herhangi bir gücün oluşmasına izin vermemesi: genç solcu kahramanımızın zekâsı bunları dâhiyane şekilde birleştirmeyi başarıyor. Tüm ilişkilerini seferber ederek bu düşman güçlerin, Mısır ve Arap dünyasındaki bütünsel kurtuluş mücadelesini geriletecek ünlü “Üçlü Saldırı”nın başyönetmenine dönüşüyor. İsrail solu bu bağlamda, sadece Filistin’de değil, Arap coğrafyasının Mağrib, Mısır ve Biladü’ş-şam coğrafyalarının tüm ilerici kurtuluş hareketlerine karşı savaştı. Aynı zamanda bu savaş, Körfez sermayesinin bölgede kalıcı başrol olması, Arap dünyasındaki ilerici unsurların zayıflaması ve bölgede daimi bir şiddeti ve gerilimin oluşmasında bir tarihsel dönüm noktasıdır. Bölgenin bu dönemeci, gidişatını belirler ve bölgemiz bu hali alıp bizi bugüne getirir.

Oslo barış madalyasından, Kâna katliamına

Kahramanımız, 94-95 Ürdün’le Vadi Araba ve FKÖ ile Oslo “barış anlaşmaları”nın baş örgütleyicilerinden olduğu için Yaser Arafat ve Rabin ile beraber Nobel Barış Ödülüne layık görülüyor. Bir yıl geçmeden Rabin suikasta uğruyor ve Perez onun yerine başbakanlığı devralıyor. Bir yıl sonra yeni seçime girecek olan Perez, İsrail’in bir seçim kampanyası klasiğine imza atıyor ve Lübnan’a haftalar sürecek bir saldırı düzenleyip BM okuluna saldırarak katliam (Kâna Katliamı) yapma pahasına seçimi kazanma macerasına giriyor. Başkahramanımız, artık yarattıkları o bölgesel şiddet ortamı sayesinde İsrail’de geri dönüşü olmayan toplumsal bir sağcılaşmaya doğru ilerlediğini ve İsrail ulusalcı soluna artık yeri olmadığı bilmiyor ve seçimi kaybediyor.

Yerleşimcilikten Yahudileşmeye

Kibutz komünizminde yetişen solcu İsrail devleti adamı Perez’in ideolojik-politik söylem seyrine bir bakış atacak olursak iki nokta dikkatimizi çekiyor. 40’lı ve 50’li yıllarda Celile bölgesinde yerleşim politikalarının en önemli destekleyicisi olarak bilinen Perez 70’li yıllarda, Batı Şeria ve Gazze Şeridi işgal edildikten sonra her ikisinde yerleşimciliğin önde gelen savunucusu oluyor ve hatta aşırıcı “Tepelerin Gençleri” [3] yerleşimcilik savunma örgütünün kurulmasında büyük rol oynuyor. Savunma bakanlığını üstlendiği o yıllarda işgal ordusuna bağlı olan bu topraklarda uluslararası hukuka aykırı olan bu yerleşim bölgelerinin kurulma izinlerinde Perez’in imzası var. Perez, 90’lı ve 2000’li yıllara geldiğimizde iki devleti savunan ve iki devletin inşası için de yerleşimciliği durdurmak ve hatta geri çekmek gerektiğini savunan birine dönüştü. Bu sayede büyük barış adamı görüntüsünü verebilen Perez’in bu dönüşümünü barış seven medyamızı yorumlamakta güçlük çekiyor. Perez, İsrail toplumuna hitaben bu fikri pazarlarken barıştan bahsetmiyordu, “iki devlet çözümüne acilen gidilmezse tek devlete doğru ilerlenmiş olunacak (yani Filistin Komünist Partisi projesi kâbusuna tanıklık etmek) bu da İsrail devletinin Yahudi karakterini yok edecektir” diye savunuyordu. İsrail ulusalcı solunun, İsrail devletinin Yahudi karakterini savunan ulusalcı sağından stratejide bir farkının olmadığını, farklarının taktiksel süreçlerde olduğunu gösteren önemli ayrışmalardan biri oldu bu hikâye.

Abbas “sürprizi”

Oslo anlaşmasını sağlayan dört kişiden hayatta kalan tek kişi olan Filistin Yönetimi Başkanı Abbas, Filistin halkı ve tüm siyasal partilerinin, hatta kendi partisinin eleştirilerine rağmen barış kahramanı Perez’in cenaze törenine katıldı. Üstelik bu nedenle Abbas’ın istifasını isteyen Beyr Zeyt Üniversitesi Fetih öğrenci kolu tamamen örgütten çıkarıldı. Oslo anlaşması, bir barış anlaşmasından ziyade Siyonist devletin işgale devam etmesi ama aynı zamanda işgal sorumluğunu Filistin tarafına yani Filistin Yönetimi’ne havale etmesi anlamına geliyordu. Bu deha ve kurnazlık planının başrolü de Perez’indir, yani Mahmud Abbas’ın şu an bulunduğu mevkiyi -Filistin Yönetimi Başkanlığı- icat eden de Perez’dir. Abbas’ın vefa borcunu ödemesi Vikipedi yazarlarını da şaşırtmıştır.

Tek bir Filistin hayalinden Apartheid’a

Filistin’de 20’li ve 30’lu yıllarda Araplar ve Yahudilerce hayali kurulan tek demokratik Filistin devleti yerine ırk ayrımcı Apartheid sistemi kurmak, dünyanın en çözülmez çatışmalarından birini yaratmak, bölgeye daimi bir gerginlik ve şiddet tohumunu ekmek, Sykes-Picot anlaşmalarıyla Ortadoğu’yu parçalayan sömürgeci Fransa ve İngiltere devletleriyle stratejik bir ittifak örmek, Arap ilericiliğini gerileten tarihsel saldırıları düzenlemek (1956 ve 1967), bölgedeki tüm diktatörleri desteklemek, sömürgecilik, terör saldırıları düzenlemek Ortadoğu roman kahramanı Perez’i “Barış Adamı” yaptı. Batı medyasından beklediğimiz ve alışık olduğumuz analizler bunlar. Ama bu coğrafyanın medyasında bunlara rastlamak hayret verici.

İsrail solunun bu stratejileriyle intihar sürecini, tarihsel bir analizle çözümlemek mümkün olabilir, bu sola eklemlenen bölgenin bazı sol güçlerinin bu toplu intihar isteğini anlamak içinse psikanalize başvurmak gerekir.

Dipnotlar:

[1] BirGün’de Mustafa K. Erdemol imzası ile yayımlanan “Şahinlikten nobel barış ödülüne: Şimon Peres” başlıklı yazı http://www.birgun.net/haber-detay/sahinlikten-nobel-baris-odulune-simon-peres-129696.html

[2] Orada dünyaya geldiği halde İsrail vatandaşlığından vazgeçen ve İngiltere’ye yerleşen bir  tarihçi

[3] Yerleşim bölgeleri (Filistinlilerin tabiriyle sömürge bölgeleri) ve işgal altındaki topraklara işgalci devletin vatandaşlarını yerleştirmesi uluslararası hukuka göre bir yasa ihlalidir. Siyonist yerleşim Batı Şeria ve Gazze dağları ve tepelerinin üstünde kurulduğu için yerleşimi savunan harekete “Tepelerin Gençleri” adı verilmiş.